Önceki_______İçindekiler_______Sonraki


Sonuç

Muhterem "Şura" sahifelerinde benim yazdığım, önemi var veya yok, bir-iki mesele delilleriyle beraber yayınlanmıştı. Tabii ki o binlerce kadar satır arasında anlaşılmayan noktalar, sayısız o kadar söz esnasında anlaşılmayan nükteler elbette bulunabilir. Bundan dolayı olsa gerek, hemen her zaman bazı gazete sütunlarında çok garip itirazlar, kendilerince de malum olan yersiz şikayetler yazılmaktadır.

"İlahi Rahmet'in Kapsayıcılığı", "Tanrı inanışlarının Hakikati" gibi meselelerin bugün de çevremize, zamanımızı göre önemleri var mı, yok mu? yönü şimdi bizim burada ihtilaf edilen bir şeydir. Ama temel meselelerin ilmi-dini yönden önemleri, önemlerine göre de zorlukları elbette her insanın bileceği derecede açıktır.

Şüphesiz, kaleminde çok büyük kusurları olan birinin, böyle zor meseleleri açıklarken, bu kusurları sebebiyle, iddiasında, delillerini izah ederken anlaşılmayan noktalar yalnız bir değil daha çok olabilir. Be o kusurlarımı herkesten fazla bilirim. Bu yüzden bana yöneltilmiş itirazlar bulunursa, itiraf ederim. Günahı yalnız bana aittir. İtiraz yoluyla beni ikaz etme zorluğuna tahammül eden gayret sahiplerine kalben teşekkür ederim. Gücüm dairesine giren açıklamaları da yaparak biraz daha fazla izah etmeye çalışırım. Bununla benim noksanlığım tamamlanacağına göre, en fazla faydalanan da elbette ben olurum. Bu yönden bana yöneltilecek itirazlar hakikatte İtiraz olmayıp, ben öyle itirazları aydınlatmak sıfatıyla tam bir memnuniyetle kabul ederim.

Eğer itirazlar ve reddiyeler benim iddiamın batıllığına yahud delillerimin zayıflığına delalet eden itirazlardan olursa, böyle itirazları kabul etmek, hakikat huzurunda edepli olmanın gereği, hem Şer'i hem tabii bir gerekliliktir. Ben, imanımın gereği, secde ettim. Anladığım hiçbir hakikati inkar etmem. İki-üç kişi suçlasa da, ya o ya bu meseleyi meydana atmak konusunda bende nefsani bir garaz yoktur. Vicdanın temizliği adına bu sözümü kabul etmeyen insan belki Allah'ın azameti hürmetine bu sözü kabul eder. Bugüne kadar benim tarafımdan basın dünyasına arzedilmiş dört-beş meseleleri en azından, "elde olanı satmak, revaçta olan metaı pazara sürmek" tabii kaidesine bina eder de, o meselelerin hiçbirinde nefsani bir garazın bulunmadığını kabul eder.

Bu iki çeşitten olan itirazlara benim bakışım böyledir. Fakat gazetelerin bazılarında yayınlanan itirazların çoğunluğu bu iki çeşitten olmayıp, belki meseleyi, hem de İslamiyet'i yahud genel olarak dini anlamamaktan gelen itirazlardır. Böyle itirazlar benim iddiamın batıllığına veya benim delillerimin zayıflığına delalet etmek yerine, İtiraz edenlerin cehaletine, dinin ruhundan gafletlerine delalet eder.

Birinci İtiraz: "Bütün insanların kurtuluşunu iddia etmek, genel af (Amnesiye ) ilan etmektir. Şimdi bundan sonra herbir insan bütün suçları işlesin, zararı yok demektir."

İkinci İtiraz: "Eğer bütün insanlar kurtulacak ise, o vakit İslam'ın özelliğinin önemi kalmaz".

Böyle itirazlar sıradan bir adamdan çıkmış olsaydı, garipsemezdim. Fakat birincisi bir gazetecinin, ikincisi İslam minberinde hutbe okuyan bir hatibin kaleminden yayınlandı. Bu yüzden ben bu iki itirazı biraz garip karşıladım. Çünkü bu iki itirazın herbiri, genelde dinin ruhundan ve özel olarak da İslamiyet'ten tamamen gaflet esasına dayalıdır. "İnsan hayatında dinin önemi yok" fikrinden ileri gelmektedir. "Din iğreti olarak anılan bir şeydir ki zerre kadar önemi, dünyaya aid bir şeyi yok" inancından gelen batıl bir fikirdir.

Teessüf etmemek mümkün değildir. Böyle batıl bir fikirde olan yalnız bizim bir gazetecimiz, yalnız bir hatibimiz değildir. Belki bizim talebelerin, imamların çoğunluğu bu fikirdedir. İslamiyet'in adı anılırken -bizim çoğunluk-cenneti, fakat diğer din adları anılırsa, cehennemi hatırlarına getirirler.

İslamiyet'in hakikatine cennet, diğer dinlerin batıllığına cehennemle delil getirmek mağruriyetten doğmuş bir cahilliktir.

Bütün insanların kurtuluşu meselesinde herbir suçun işlenmesini caiz gören insan, insan hayatında dinin imanın öneminden, hem de İslamiyet'in kendine has faziletlerinden tamamen gafil bir adamdır. O adam biraz düşünseydi görürdü: Her bir suçu işleme hürriyeti bütün insanların kurtuluşunda değil, kurtuluşun yalnız bir mezhep sahiplerine hasredilmesindedir. Kurtuluş yalnız bana has olacaksa, o zaman ben benim inancımda olmayan insanların herbirine, "siz şimdi inancınız-mezhebiniz sebebiyle ebedi olarak azaplanacaksınız; hayır işlerden size fayda yok, fena işlerin hiçbirinden size zarar yoktur. Bırakınız hayır işleri, suç işleyin!" diyecek olursam, kurtuluşun özel olduğunu iddia eden adam, benim bu sözümü hiçbir şekilde çürütmez.

"Bütün milletler kurtulacaksa İslamiyet'in önemi kalmaz." diyen itirazcıya ben sorarım: Acaba insan hayatında İslamiyet'in geçerliliği var mıdır?

Elbette, "yok! diyecek. Aksi olursa itirazı bana olmaz. itirazın esasına zıt olarak, "önemi var" dese, ben diyebilirim ki; "Buyurun, zatınıza malum olan önemini açıklayın, sonra ben sizin itirazınıza cevab veririm."

Bu iki İtiraz dolayısıyla bir-iki söz arzedeyim:

İnsanlık aleminin başlangıcından, İslamiyet'in ortaya çıkıncaya dek semavi bir sıfatla gelen dinlerin herbiri, insanın kalbinde yerleşen imana en asıl bir esas gibi itibar etmişlerdir. Özel olarak bizim İslamiyet, imanı insanın dünyası için de ahıreti için de en mühim bir esas kabul edip, imanı herşeyden fazla olarak övmüştür.

Genel olarak Semavi dinler, özel olarak İslam Dini, insanın imanına bu kadar olağanüstü büyük bir önemi niçin vermiştir?

İnsanın şimdiki hayatıyla ahıretteki hayatında en büyük öneme haiz olabilecek imanın hakikati nedir?

Mektep ve medreselerimizde iman adıyla telkin edilen şeyler insan hayatına en asıl esas olabilecek derecede öneme haiz midir?

Biz böyle şeyleri düşünseydik, yalnız şahsımızın gafletine delalet eden itirazları yayınlamaya cesaret etmezdik. Bütün insanların kurtuluşu herbir suçu işleme hürriyeti (vermek) manasına gelir demiş olmazdık. İslamiyet'in önemi nerededir anlardık. İnsanın şimdiki hayatıyla ahıretteki hayatında inançların önemi nedir? Ne yöndedir, gösterebilirsem, benim en büyük maksadım hasıl olur. Ben bunun için, "İlahi Rahmet'in Kapsayıcılığı" , "İnsanların Uluhiyyet Akidelerine Bakış" gibi meselelere aid risaleleri yayınladım. Başlattığım iddiayı doğrulayıncaya kadar, alemlerin Rabbi Allah hazretlerinin yardımıyla, ben hareket ederim inşaallah.

"Bizim uğrumuzda mücahede edenler (e gelince), biz onlara elbette yollarımızı gösteririz. Şüphesiz ki Allah herhalde ihsan sahipleriyle beraberdir" (29:69)

Notlar:

1 Kelamcılar arasında vuku bulan, "Allah'ın sıfatları zatının aynı mıdır, yoksa zatından artık bir varlık mıdır" meselesi ve bundan kaynaklanan anlaşmazlıklara işaret edilmektedir.

2 Burada baskı hatası olmalı. Bu cümledeki "imkan" kelimesi, "kadim" şeklinde olmalı. Çünkü "imkan" kelimesi sonradan olmayla ilgili olup, hudus olan için sözkonusudur. Bu sebepten aynı cümle içinde karşıtmış gibi söylenmesi yanlış olur. Bununla, "alemin vücut bulma illetinin (ilk nedenin) bir sebebe ihtiyacı olması ve bunun kadim mi, sonradan olma mı olduğu" hakkındaki kelami meseleye işaret edilmiştir.

3 Her insan, daha başlangıçta aklı buluğa ermemiş, temyiz gücünden yoksun halden, daha sonra, varlığın gayesine vakıf olabilecek, doğru ile yanlış arasında hüküm verebilen bir olgunluğa doğru kesintisiz dosdoğru bir yol izler. Bundan sonra da yolunu seçer.

4 Harac kelimesinin geçtiği diğer ayetler şunlardır:

"...Allah, sizin üzerinize bir günlük (harac) yapmayı dilemez, fakat iyice temizlenmenizi ve üstünüzdeki nimetini tamamlanmasını diler. Ta ki şükredersiniz." (5/6); "...Artık bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı (harac) olmasın" (7/2);

" Allah ve Resulü'ne hayırhah olmak şartıyla ne zayıflara, ne hastalara, ne de harcayarak bir şey bulamayanlara bir günah (harac) yoktur. .." (9/91);

"Allah yolunda hakkıyla cihad edin. Sizi o seçti. Din (işlerin) de üzerinize hiçbir güçlük de yüklemedi..." (22/78);

"...Ta ki evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevceleri (ini almakta) Müminler üzerine günah (harac) olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir." (33/37);

" Peygamberlerin üzerine Allah'ın, farz ettiği herhangi bir şey(i ifa etmesin) de hiçbir vebal (harac) olmaz..." (33/38);

" ....Sen sıkıntıya (harac) düşmeyesin diye, öbür (mümin)lerin zevceleri ve sağ ellerinin malik oldukları (cariyeleri) hakkında uhdelerine ne farz etmiş olduğumuzu bildirdik. Allah çok yargılayıcıdır, çok esirgeyicidir." (33/50);

"Allah kime doğru yolu gösterir, imana muvaffak ederse onun göğsünü İslam'a açar (genişletir). Kimi de sapıklık da bırakmak dilerse onun da kalbini son derece daraltır (harac).." (6/125);

"Öyle değil, Rabbine andolsun ki onlar aralarında kimi oraya, kimi buraya çektikleri (kavga ettikleri) şeylerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden yürekleri hiçbir sıkıntı (harac) duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." (4/65)

5 Harace kelimesi; Darlık, sıkıntı, zorluk, güçlük. Dar yer. Günah sorumluluk, vebal manalarına gelir.

6 Usul-ü Din: Dinin asılları, temelleri demektir. Istılah olarak bütün itikad, inanç esaslarını inceleyen, açıklayan, bir bakıma Kur'an'a dayalı akidelerin felsefesini, akli yorumunu yapan ilme denir. Buna kelam ve Tevhid ilmi de denir.

7 Beyyine: Delil, hüccet, kanıt.

Bağy: 'Geçişli' olarak kullanıldığında 'istemek, istemede ileri gitmek, çabayla arzulamak'. 'Geçişsiz' olarak kullanıldığında ise, 'sınırı aşmak, hakkıyla yetinmeyerek başkasının malına, canına, ırzına kasdetmek, saldırıya yeltenmek ve saldırmak, haksız yere yükselmek isteyerek tecavüzde bulunmak, kendisine sulhun yolları ve biçimleri gösterildiği halde haksızlıkla üst olma sevdası gütmek' anlamına gelen 'beğa' fiilinin mastarıdır ve isim olarak kullanılır.

8 tevil kelimesinin anlamı için bkz.; İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 214-215, T.D.V. Yay.; Said Şimşek, Kur'an'da İki mesele, s.45-60, Selam Yay.; Ali Ünal, Kur'an'da temel kavramlar, s. 59-67, Beyan Yay.; Süleyman el-Kafiyeci (terc. İsmail Cerrahoğlu), et-Tefsir fi Kavaid-i İlm it-Tefsir, s.47,48,54, A. Ü. İlahiyat Fak. Yay.

9 "Gülşen-i Raz", Şeyh Mahmud-ı Şebüsteri'nin eseridir. Tebriz'e yakın bir yerde Şebuster'de doğduğu ve orada vefat ettiği hakkında ittifak edilmiştir. Ölüm tarihi hakkında farklı rivayetler vardır. (H.718, 719, 720, 725 olduğu söylenmektedir). 37 yaşında vefat ettiği kabul edilmiştir. "Gülşen-i Raz"ı ölümünden üç sene kadar önce yazmıştır. Mahmud-ı Şebüsteri, "Gülşen-i Raz"a yetmiş beyitlik bir dibace yazmış, burada Vahdet-i Vücud akidesini hulasa ettikten sonra, Horasanlı mutasavvıf Seyyid Hüseyni'nin, kendisine gönderdiği bir mektupta sorduğu bazı sorulara cevab vermiştir. (Eserin müellifi hakkında daha geniş bilgi için bu çevirinin önsözüne bakılabilir.), Şeyh Mahmud-ı Şebüsteri (Terc. Abdulbaki Gölpınarlı), Gülşen-i Raz, M.E.G.S.B. Şark-İslam Klasikleri Serisi s. III-XXII. Şiirin bu kitaptaki tercümesi için de, s.17-18'de 185-190. beyitlere bakınız.

10 Fesahat: Doğru ve düzgün söyleyiş. Açık ve güzel ifadeli konuşmak. Sözün; lafız, mana ve ahenk itibariyle kusursuz olmasıdır. Başka bir deyişle: Lafızların söylenişinin tatlı, manasının da söylenirken hemen zihne girmesidir.

Belagat: Hitabettiği kimselere göre uygun ve tam yerinde düzgün ve hakikatli güzel söz söyleme sanatı. Halin gereğine uygun söz söylemek.

11 "Şura" Orenburg (Rusya'da bir şehir) da Zakir Ramaev (1859-1921) adlı milliyetçi bir Tatar tarafından çıkarılmış bir dergidir.


3. Kitap

İLAHİ RAHMET MESELESİ

Rızaeddin b. Fahrettin

Giriş

"Ey Rabbimiz! Senin indirdiğin (o Kitab'a) inandık, O resule de tabi olduk. Artık bizi şahidlerle beraber yaz." (3:53)

Hak Subhanehu ve Teala Hazretlerinin azabı ile rahmeti, özel olarak ahıret halleri, zihinlerin erişemeyeceği kadar yüksek ve gönüllere sığmaz derecede geniştir. Bunun için bu konuda bir satır olsun yazmak ve bir cümle olsun söylemek bile hayalimize gelmezdi. Fakat Ademoğulları dünyada oldukları müddetçe kendi arzuları ile yürüdüklerinden belki başarılı olmayacakları çok şeyleri ister istemez bir şekilde yaparlar. "Kulların iradeleri alınmıştır" diye iddia etmiyorsak, bunu kendi ihtiyacımızdan söylediğimizden değil, belki buna bizi mecbur edecek bir şey olduğundandır. Eğer mecburiyetleri olmasaydı, ne diyeceğimizi kendimiz bilirdik.

Faziletli saygıdeğer Musa Efendi tarafından "İlahi Rahmet'in Kapsayıcılığı" hakkında "Şura" da bir makale yayınlandığında bazı okuyucular bunu garip karşıladılar. Özel olarak bizlere müracaat ettiler ve iyi niyetle sorup anlamaya çalıştılar. İşte bizler bu yüzden bu makaleyi yazmaya mecbur olduk.

Musa Efendi'nin makalesini fırsat bilerek her zaman halkın cehaletinden istifade eden bazı din tacirleri ve bunlara tamamen uymakta olan zavallılar da harekete geçip avamı yoldan çıkardılar. Ve....tilkilik edip, suyu kurutarak balık avlamaya giriştiler. Bu kişilerle bizim işimiz ve ilgimiz yoktur. Bunlar kendi görevlerini yapıp-dursunlar. Biz bu satırları, "Şura" okuyucuları ve özel olarak müracaat edecekler için cevap olarak yazdık.

Yüce Varlık, sıfatları ve en güzel isimleri (esma-i hüsna), ahıret halleri ve öbür dünya hakkındaki mezhebimiz; Kur'an-ı Şerif'in ispat ettiğini ispat etmek, reddettiğini reddetmektir. Bunun dışında "Allah Teala neyi murad etmişse o haktır, buna iman ettim." deyip susarak Hakk Teala Hazretlerine teslimde daim olmaktan ibarettir. Bunun için ahırette ortaya çıkacak rahmet meselesinde, kelamcılara tabi 'olmadığımız gibi Musa Efendi ile de noktası noktasına aynı şekildeyiz, diyecek derecede muvafakatımız da yoktur. Bununla beraber İslam Alimlerinin birçoğu tarafından tercih edilmiş görüş açısı olduğu için, Musa Efendi'nin sözünü inkar da etmiyoruz. Çünkü Allah Teala'nın gazabına geçen ve gazabına baskın olan rahmeti karşısında dünya ve ahıret, hem de bütün evren bir hiç olarak hesab edilse gerek. Kendilerini 'ahırete hazırlar' sınıfından sayanlar için mesele hafiflik olursa da 'azgınlar' sınıfından olacaklarından korkan kimselerin herbirinin Musa Efendi'nin sözüne kulak vereceği malum. Milyonlarca, milyarlarca yıl sonunda kurtulmak bahtiyarlıktır. Mezhebini temel, delilini ikinci derecede kabul etmeyenler için Kur'an-ı Kerim'de bunun dayanakları olduğu aşağıda zikredilecektir.

Musa Efendi'nin iddiasında bir tuhaflığın bulunmadığı, öncekilerle (selef) sonrakilerin (halef) eserlerini ve İslam Dünyası'nda yazılmış kitapları etüd edenlere malumdur. Tuhaflık belki işin aslından haberi olup-olmadan bu konuda kavga çıkaranlardadır. Çünkü bu, pek eski bahislerden biri olup, İslam Alimleri arasında tartışılmış ve tartışılmaktadır. İşte bunun için bu konuda fikri tartışmaya girecek kişiler, ihtiyatlı davransınlar ve insafı elden bırakmasınlar. Ayaklarının uçlarını, sahabelere değdirmesinler. Bunu yer bulmak zannedip artık kızmasınlar. Ve İlahi Rahmeti, medreselere konulmuş sadaka kutularıyla kıyaslayıp edepsizlik etmesinler. Tabii bu sözüm dinleyenleredir.

Musa Efendi tarafından ortaya atılan meselenin yeni olmadığını ispat için büyük alimlerden ve İslam'ı en iyi bilenlerden biri olan İbn ül-Kayyim el-Cevziyye'nin "Had il-Ervah ila Bilad il-Efrah" isimli eserinden bir bölümü burada çevirdim. Bunu okuyan herkes bilir ki İlahi Rahmet meselesi, ta Ashab çağından miras kalmıştır. İbn ül-Kayyim Hazretleri bütün ömrünü Kur'an ve hadis ilimlerine adamış bir zat olup, Ahmed b. Hanbel mezhebindeydi. Çoğu kimse onun hakkında "mutlak müçtehid" diye tanıklık eder. Vefatı 751/1350 tarihinde Receb ayındadır. Kabri de "Dimeşk" şehrindedir.

İbn ül-Kayyim, cehennemin ebediliği konusundaki görüşleri naklettikten sonra, ayrı bir bölüm açarak, cehennem ile cennet arasındaki farkı söyler. İşte burada -Musa Efendi'nin dediği gibi -İlahi Rahmet'in Kapsayıcılığına; gereken azabı çektikleri ve Kur'an'da haber verilen cezaları gördükten bir süre sonra insanların kurtulacağına ümit bağladığını açık şekilde anlatır. İşte İbn ül-Kayyim Hazretlerinin sözleri:

I - Cehennem'in Ebediliği

Cehennem ebedi mi değil mi? Bu konuda öncekiler(selef) ve sonrakiler(halef) arasındaki görüşler şunlardan ibarettir. (Bunlar arasındaki bir görüş, Yahudi'lere mensup olduğu için alınmadı):

1-) Cehennem ebedidir. Ona giren kimseler (ister müslüman olsun isterse başkası olsun) sonsuza dek kalacaklardır. Buraya girdikten sonra çıkış ve kurtuluş yoktur. Bu görüş Hariciler ve Mutezile ekolünündür.

2-) Cehenneme girenler bir süre azab çektikten sonra bu azab onlar için tabii bir hale gelir. İşte bu yüzden cehennemlikler azabtan lezzet alır. Bu sözü İbn Arabi söylemiştir.

Bu birinci ve ikinci mezhebler birbirine uzak iki taraftadır. Birinci gurup cehennemlik olanların hiçbirini kurtaramadıkları halde sonuncusu (cehennem devam ettiği halde) ehlini tamamen kurtarmak taraftarıdır.

3-) Cehennemden çıkacak olanlar bitince cehennem daimi olarak asıl halinde kalır.

4-) Cehennem ile cennet sonradan olma şeyler olduğu ve yaratılan (hadis) her şeyin sürekliliği mümkün olmadığından dolayı hem cehennem hem de cennet geçici (yok) olacaktır. Bu görüş Cehm b. Safvan ve bağlılarınındır. Bunlar, cehennemle cenneti bir tutup, birini diğerinden ayırmazlar.

5-) Cehennemliklerin hayatla ilişkisi kalmamış olup toplu halde hareketsiz olarak kalırlar. Elem verici azabı duymazlar. Bu söz, Mutezile'nin imamı olan Ebu Huzeyl Allaf'a atfedilmiştir. Allaf, cehennemlikler hakkında söylediği bu sözü cennetlikler için de söyler.

İşte bu görüşlerin hiçbiri kabul edilebilir değildir.

6-) Cehennem, Allah-u Teala'nın katında malum olan bir süre devam ettirildikten sonra, yok edilecektir. Bu söz (Ashab-ı Kiram'dan) İbn Mes'ud, Ebu Hüreyre, Ebu Said el-Hudri ve başkalarından menkuldür. Hadis imamlarının büyüklerinden olan Abd b. Humeyd bahsi geçen sözü Hz. Ömer'den (r.a.) rivayet eder. Kur'an-ı Şerif'te olan

" Hakikat, kitaplılardan olsun, müşriklerden olsun (bütün) o küfredenler cehennem ateşindedirler, onun içinde ebedi kalıcıdırlar. Yaratılanların en kötüsü de onların kendileridir." (98:6)

"Ve tabi olanlar şöyle demiştir: "Bizim için bir dönüş olsaydı da (bugün) bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık."Böylece Allah onlara bütün yaptıklarını hasretler halinde kendilerine gösterecektir. Ve onlar cehennemden çıkıcılar da değildirler." (2:167; 6:122) gibi ayetlerin, cehennem ateşinin devamı şartına bağlı olması ihtimali taşıdıklarından dolayı bu görüşe bir aykırılıkları yoktur.

"... Buyuracak ki: "Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere, içinde ebedi kalıcı olduğunuz ateş karargahınızdır sizin..." (6:128) ayet-i şerifesinde ki gelecekten haber, Kıble'ye has olmadığından, istisnası da onlara has değildir.

7-) Cehennem ebedidir. Ve orada sonsuza dek kalacak zannedilen kimseler de sonsuza dek kalacaklardır. Kelamcılar ile başka birçokları bu görüştedir. Bunların delilleri gelecek başlık altında zikredilecektir.


Önceki_______İçindekiler_______Sonraki