Rimskiy-Korsakov, Şehrazad

_______ Ana Sayfa

Uluğ Bey Medresesi, Semerkand

EVRENSEL KURTULUŞ

GİRİŞ NOTU: Cennet'in kalıcı, cehennemin geçici olduğu ve birgün yok olacağı, dolayısıyla bütün yaratılmışların Tanrı'nın rahmetine kavuşacakları tezini işleyen Tatar asıllı ve Kazanlı İslam alimi Musa Carullah Bigiyev çok duyulmamıştır. Birbirinden ilginç eserleri hala günışığına çıkarılmaya muhtaçtır. Bu eserdeki ağır ve eski dil bundan 100 yıl önce kaleme alınması ile ilgilidir. Ancak içerik o kadar yenidir ki, insan bu satırların 100 yıl önce yazıldığına hayret eder.

Gnostik, 28.12.1998


EVRENSEL KURTULUŞ

Musa Carullah Bigiyev

İÇİNDEKİLER:

Musa Carullah Bigiyev

1. Kitap
RAHMET-İ İLAHİYE BURHANLARI
_
Dinler Tarihi
İlahi Rahmetin Kapsayıcılığı
Kelamcıların Eleştirisi
Karşıma Çıkan Engeller
İlahi Rahmetin Kuşatıcılığı Hakkında Delillerim
1. Burhan
2. Burhan
3. Burhan
İlahi Rahmetin Kuşatıcılığı Hakkında Delillerim 2
4. Burhan
5. Burhan
6. Burhan
7. Burhan
1. Başlangıç
2. Başlangıç
8. Burhan
İddiamın Öncüleri
Sonuç
_
2. Kitap
İNSANLARIN ULUHİYET İNANCINA BİR BAKIŞ
_
Giriş
1. Delil
2. Delil
3. Delil
4. Delil
Sonuç
Notlar
_
3. Kitap
İLAHİ RAHMET MESELESİ
_
Giriş
Cehennemin Ebediliği
Cehennem ve Cehennemliklerin Ebediliği
Savunmalar
İbn Kayyim'in Kendi Görüşleri
Sonuç
Notlar

Musa Carullah Bigi (1874-1949) 1

Musa Carullah, 24 Aralık 1874'te Don Irmağı kıyılarında Rostov-na-Donu şehrinde dünyaya gelir. Kazan'da liseyi bitirmiş, 1895'te Buhara'ya gitmiş ve medreselerinde üç-dört yıl öğretim görmüştür. İstanbul'a giderek İlahiyat'a geçer, oradan da Mısır'a giderek el-Ezher'de öğrenimini sürdürür. Bu arada Muhammed Abduh'un derslerinde bulunur, onunla tanışır. Oradan da Hicaz'a, Mekke'ye, Medine'ye, sonra Hindistan'a geçer. Daha sonra tekrar Mısır'a döner. Bu arada birçok alimle tanışır. En nihayet 1904 yılında Rusya'ya geri döner.

Rusya'ya dönen Musa Carullah benzerleri gibi bir medresede ya da camide hatip ya da imam olmak istememiş, evlenip hanımını annesinin yanına bırakarak Sen Petersburg'a gitmiş ve Petersburg Hukuk Fakültesi'ne kaydolmuştur. Burada bir gazete çıkaran kadı Abdürreşid İbrahim'le işbirliği yapmış ve gazetesinde yazılar yazmıştır.

1910-1911'de Orenburg'da ünlü "Hüseyniye Medresesi"nde Arapça ve İslam tarihi hocalığına başlamışsa da, öğrencilerine "Rahmet-i İlahiye'nin Kapsamlılığı" fikrinden bahsetmesiyle hocalarla arası açılmış ve oradan ayrılmak zorunda kalmıştır. Bolşevik ihtilaliyle beraber ilk işi, eskiden bastırdığı ve siyasi engellerden dolayı yayınlayamadığı "Islahat Esasları" isimli eserini dağıtmak olmuştur.

Musa Carullah, Lenin ve Stalin imzalarıyla müslümanlara dağıtılan bildirilerde sözedilen Sovyet rejiminden faydalar sağlamak amacıyla 13 yıl Rusya'da kalmış, çalışmıştır.

Bir alim sıfatıyla Bolşeviklerle anlaşıp, onlardan müslüman halka bazı faydalar sağlamaya çalışmıştır. 1920'de Buharin'in Komünizmin Alfabesi tezine karşılık hazırladığı İslam Alfabesi tezi yüzünden takibata uğramıştır. Bu eserini Berlin'de İslam Milletlerine adıyla bastırmıştır. Fakat akabinde tutuklanmış, üç ay sonra serbest bırakılmıştır.

Bundan bir müddet sonra Rusya'yı terkederek yıllarca uzun yolculuklara çıkan Musa Carullah 1947'de Kahire'ye gelir. Burada vize alıp Rusya'ya, öldürülmek pahasına da olsa dönmek ister. Kahire'den İstanbul'a bu konuda görüşmek üzere Kırım önderi Cafer Kırım ile buluşmaya gider. Fakat Rusya'ya gitmekten vazgeçmiş olarak İstanbul'dan geri döner.

Kahire'de hastalanmış ve 25 Ekim 1949'da Allah'ın rahmetine kavuşmuştur.

Musa Carullah'ın Eserlerinden Bazıları:
1- Tarih ül-Kur'an ve'l-Mesahif
2- Şerh ül-Luzumiyyat
3- Kavaid ül-Fıkhiyye
4- Usul ül-Fıkıh ve Menabiuhu
5- Hukuk ün-Nisa fi'l-İslam
6- Kanun ül-İslam il-Medeni
7- Tercemet ül-Kur'an il-Kerim
8- El Ayet fi'l-Hilkat il-İnsan
9- Müslüman İttifakının Program ve Şerhi
10- Şeriat Esasları
11- Şeriat Niçin Ruyet'e İtibar Etmiş?
12- Islahat Esasları
13- Uzun Günlerde Oruç
14- İnsanların Uluhiyyet İnançlarına bir Bakış

Bunlar Musa Carullah'ın 120 kadar olan eserinden bazılarıdır.

----------------------------------------

1 Bkz: Uzun Günlerde Oruç, Musa Carullah Bigi, hazırlayan: Yusuf Uralgiray


1. Kitap

İLAHİ RAHMETİN BURHANLARI

Musa Carullah Bigiyev

Birinci Bölüm
Dinler Tarihi

"Din"i tanımlamadan önce, dinler tarihi hakkında birkaç söz söylemek yerinde olacaktır.

Tarihte insanın iktisadi, siyasi hallerinden bahsetmek önemliyse, insanlık dinlerinin tarihinden bahsetmek, şüphesiz çok daha önemlidir. Din, insanın ruhaniyet (metafizik) yönünde ilerlemesidir. İnsan hayatındaki en esaslı, en etkili ruh, diyanet ruhudur. Bir milletin dini o milletin tabiatıdır. İnsanın hayattaki gayesi, hayattaki siyasetinin tamamı o insanın dininde yansır. Bir dinden, belli bir zamanla bağlantılı olarak sözedilirse; o din mensubu bulunan milletin o zaman parçasında bulunduğu derecesini gösteren çok doğru bir ölçü olur. Her din kendi tabilerinin fikri seviyesini açık şekilde gösterir İnsanın gayesi, ihtiyaçları, kutsal kitaplarını okuyuşunda, dualarında tamamen açığa çıkar. Kurbanları da kamu vicdanının eğilimiyle uyumlu olur. İnsanın diniyle medeniyeti birbirine bağlı olarak öne geçip ilerlediklerine göre, insanın dini derecesi medeni derecesiyle uygunluk gösterir. Öyleyse dinler tarihinden bahsetmek, medeniyetin köklerinden, biçim ve yöntemlerinden bahsetme demektir. Bu da insanın hem ruhani, hem maddi ilerlemesinden bahseden umumi bir tarih olur. İnsanlık aleminde bundan daha yararlı bir ilim tasavvur edilebilir mi?

Bu yüzden, ilim ve maarife rağbet eden bir millet için dinler tarihinin önemi çok büyüktür. Hele hele bizim İslamiyet için dinler tarihinin daha büyük, daha özel bir önemi vardır. Biz İslamiyet'in yüceliğine, mükemmelliğine, yeryüzünde beşeriyet aleminde ortaya çıkan dinlerin en üstünü olduğuna iman edersek, bu imanımız da kuru bir laf, delilsiz, köksüz bir iddia değilse; o takdirde bizim önceden gelip geçmiş, yahut şu güne kadar devam eden dinlerin herbirine tafsilatıyla vakıf olmamız gerekir. Diğer dinlerin inançlarını, öğretilerini bilmiyorken "İslamiyet dinlerin en üstünüdür" demek doğru olur mu? Bir ölçüde sözümüz doğru olsun; fakat mukayesesiz söylenmiş bir söz, diğer milletlerin gözünde ilmi bir değere sahip olabilir mi? Bizim İslam Hukuku bilinmeyen aleyhinde yargıda bulunmaktan hakimleri men etmiştir. Öyle ise biz önceden gelip geçmiş dinlerin ayrıntılarını bilmiyorken, o dinlerin noksanlığına ya da "batıl" olduğuna nasıl karar verebiliriz? "İslamiyet o dinlerden üstündür" demek için, şüphesiz o dinleri bilmemiz gerekir.

Dinler tarihinden bahsetmek bize üç fayda sağlar:

1. İslamiyet'in yüceliği bize gün gibi görünür
2. İslamiyet'in hak olduğuna, yüceliğine dair imanımız, bugün Rusya'da çoğu imamların imanı gibi, "cehalet" nedeniyle bir iman olmaktan kurtulur.
3. Talebelerimizin büyük bir kısmının, çoğu imamlarımızın imanlarını, itikadlarını kaplamış üzüntü veya heyecan gibi büyük bir dini bela Rusya müslümanlarının başından kalkmış olur.

Dinler tarihinde İslam öğretilerinin yüceliğini, doğruluğunu göstermek yöntemi, bugün yeryüzündeki müslümanların ruhuna ve mizacına gayet uygun, gayet uyumlu ve sevilecek bir yöntemdir. Bu yönü kabul edersek dinler tarihinden bahsetmek, müslümanlar için çok büyük öneme sahip olur. Dini medreselerde dinler tarihini kısaca da olsa okumak vacip gibi birşeydir. Çünkü dinler tarihi insan hayatında medeniyetin esasından bahseden bir bilimdir. Ayrıca İslam öğretilerinin en son yücelik derecesine delalet eden bir delil olabilecek tek vasıtadır.

Buna göre, biz de şimdi dinlerin tarihinden bahsedebiliriz. O dinler nasıl meydana gelmiş, sonra nasıl ilerlemiş; sırasıyla açıklayabiliriz. Fakat o eski dinlerden bahsederken, o dinlere insanların cehaletlerinden, akılsızlıklarından, küfürlerinden meydana gelmiş şeyler olarak bakmayıp, belki "din insanda tabii bir halettir, medeniyet gibi tabii bir şekilde ortaya çıkmış, doğal seyri içerisinde sekteye uğramaksızın ilerleyen bir durumdur" bakış açısıyla bütün dinlerden tam bir bağımsızlıkla, ilmi bir surette bahsetmeliyiz.

İnsan hayatında herşey doğal bir şekilde başlayıp, doğal olarak bir ilerleme çizgisi üzerinde durmaksızın ilerler. İnsanın dini de bu genel tabii kaide hükmünden müstesna değildir. İnsanın iktisadi durumu ile siyasi durumu gibi din de gayet sade bir tarzda başlayıp, sonra daima hareket halinde bulunur. Bazan ilerleyerek, bazan gerileyerek bugünkü haline ulaşmıştır.

Biz bu görüşü kabul edersek, elbette dinlerin herbirine saygı nazarıyla bakarız. Bir milleti ibadeti ya da inancı için tekfir etmekten ve küfürde ya da hakikatten sapmış görmekten bütün gücümüzle kaçınırız. Bütün dinlere bir dinin ilerleme zincirine bakar gibi bakarsak, o zaman dini için bir milleti küfürde görmenin ya da dini için bir millete düşmanlığı sürdürmenin hiçbir şekilde gereğini duymayız. Dinler tarihinden bahsederken bir dine hak, diğerine batıl (uydurma geçersiz) demek gibi tabirleri, konuşma edebi gereği kullanmaktan kaçınırız.

Biliyorum, bu sözümü kelamcıların çoğu ve son zamanlarda bizim kelam kitaplarını okuyanların hepsi inkar eder. Yalnız İslamiyet'e de değil, belki sırf kendi mezhebine taassub edip, diğer bütün insanları sapkınlıkta sayan veya tekfir eden bir kelamcının havsalasına bütün insanları doğru saymak, bütün insanları kurtuluş dairesine girdirmek düşüncesi hiçbir şekilde sığmaz. Fakat bu inanç bir gerçektir.

Bütün insanlığın kurtuluşu problemi, kelam kitaplarımızda bir hilafiyyat problemi gibi nakledilmiştir. Kelam kitaplarında "nazar" bahsinde, usul kitaplarında "içtihad" (hüküm çıkarma) bölümünde bu problem, "müçtehid usulde (yöntemde) isabetli midir, değil midir?" cümlesiyle zikredilmiştir.

İslam alimlerinin çoğu "müçtehid usul üd-din'de (inanç meselelerinde) hata eder" demişler. Ama Cahiz, Anberi, Musahibi gibi büyük imamlar, ayrıca sufilerin büyük imamları ise "usul üd-din'de içtihad eden insan daima isabetlidir" demişlerdir.

Sufilerin en büyükleri bir tesbih gibi sürekli olarak:

Beyitlerini tekrar ederlerdi. Buna göre insanların herbiri, ister muvahhid (Tanrı'nın birliğine inanmış), ister müşrik (Tanrı'ya ortak koşan) veya münkir (inkarcı) olsun, Allah'ın geniş rahmetinde sonsuza dek kalacaklardır.

Ebu Yezid Bestami, Cüneyd-i Bağdadi, Zü'n-Nun-u Mısri gibi en büyük mutasavvıflar, kelam ve usul kitaplarının rivayetlerine göre, İslam aleminde isimleri saygı uyandıran büyük görüş sahibi bilginler, bütün insanlığın kurtuluşu hükmüne varmışlardır. Ben de o büyüklerin onca makul sözlerini memnuniyetle kabul edip, dinler tarihinden bahsederken hiçbir kavmi, hiçbir milleti inancı ve ibadeti için tekfir etmeden veya sapıklıkta görmeden, makul ve katıksız bir özgürlükle bütün dinlerden edep dairesinde bahsedebilirim.

İnsanlığın medeniyeti nasılsa, diyaneti de öyledir. İnsan medeni hallerinde şüphesiz doğal bir şekilde ileriye gitmiştir. Medeniyetin aşağı derecelerinde olup geçmiş insanlara, medeniyette aşağı oldukları için bugün sövmek, yahud onları ayıplamak nasıl doğru değilse, diyanetin aşağı seviyelerinde olup geçmiş insanlara da sövmek veya tekfir etmek elbette (konuşma edebi gereğince) hiçbir şekilde uygun düşmez. Din insanlarda tabii-fıtri (yaradılıştan) bir halettir: Allah Kuran-ı Kerim'de Rum Suresi'nin 30. Ayet-i kerimesinde şöyle buyurur:

"Hakka yönelerek kendini Allah'ın insanlara yaradılışta verdiği dine ver. Zira Allah'ın yaradışında değişme yoktur; işte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler." (30/30)

Şimdi bu ayetin hayranlık verici metni üzerinde durup biraz düşünelim:

Allah dinin fıtriliğini (yaradılıştanlığını) beyandan sonra niçin "Zira Allah'ın yaradışında değişme yoktur" demiştir? Bunun sonunda ve bu ayetin özü olarak "işte dosdoğru din budur" gibi bir cümlenin yeralmasındaki ilahi maksat neydi?

Ben Kuran-ı Kerim'deki böyle mucizevi ayetlerin yönlendirişiyle gerçeği bulup "Rabbimiz, ilmin ve rahmetin herşeyi içine almıştır" (40/7) gibi ayet-i kerimelerin kapsamına genel olarak bütün insanların, bütün milletlerin gittiklerini kesin ve kat'i olarak bilirim. Merhamet edenlerin en merhametlisi ve lutuf sahiplerinin en lutufkarı Hazret-i Allah'ın en geniş mutlak rahmetini miskin insanların hiçbirinden kıskanmamak için, varlık aleminin herbir zerresine varıncaya değin, hesapsız, bolca, esirgemeksizin verilmiş mutlak rahmetin en geniş şekilde açılmış kapılarını, insanların yüzüne kapamamak için "bütün insanların kurtuluşuna " inanırım. Bu konudaki inancım budur.

Dinler tarihinden usulünce bahsetmek için, insanlık aleminde herbir insana güzel şekilde muamele etmek için de, elbette ki ilahi rahmetin kapsayıcılığına, bütün insanların tabii ki kıyamet gününde kurtuluşuna inanmak gerekir. Biliyorum ki, bu sözümü şeyhler imamlar kabul etmeyecekler. Yalnız İslamiyet için değil; kendilerince tamamiyle bilinmeyen Eşarilik, Hanefilik mezhepleri için de cahilce taassup edip, kendi cahilce düşüncelerine muhalefet eden herkesi tekfir eden imamlar; şeyhler tabii ki bütün insanlığın kurtuluşuna inanmazlar.

İlim sahiplerini tekfir etmek İslam dünyasının eski bir belasıdır. Şu günlerde bizim Rusya'da bu tekfir belası haddinden fazla yayılmıştır. Herbir şeyh, herbir imam kendisinin cahilce arzularına uygun olmayan adamı tekfir eder oldu. İlmiyle karşılık vermekten aciz şeyh veya imamlar, kendi kusurlarını ve terbiyesizliklerini güya örtmek düşüncesiyle İslamiyet perdesi arkasından açık fikir yoluna girmiş her insanın üzerine tekfir okları atar oldular. Öyle şeyhlerin, öyle imamların İslamiyet'le bir paralık alış-verişleri yoksa da, o şeyhler diğer insanları tekfir etmekten utanmaz oldular.

Bu kadar umumi, üstelik tahammül dışı olan bu belaya biraz çare bulmak için ya da o şeyhlerin cahilce koruyuculuklarını biraz düzeltmek için, dinler tarihinden bahislerime, önsöz olarak son derece önemli olan "İlahi Rahmet'in Kapsayıcılığı" meselesine dair Kuran-ı Kerim'de yeralan ayetleri ilmi ifadeleriyle yayınlayacağım İnşaallah.


Başa Dön ________ Sonraki