Önceki_______İçindekiler_______Sonraki

Altıncı Bölüm
İlahi Rahmetin Kuşatıcılığı Hakkında Delillerim II

Üçüncü bölümde Kur'an-ı Kerim ayetlerinden üç delil ileri sürmüştüm. Diğer ayet-i kerimeleri ileri sürmeden önce, küçük bir fayda düşüncesiyle, arada iki sahih hadisi ortaya koymayı uygun buldum.

4. Burhan

Hadisçilerin en büyük İmamı Muhammed b. İsmail el-Buhari Hazretleri sıhhat, ümmetin tamamınca kabul edilmiş kitabında, İslam'ın en büyük halifesi, sahabilerin en alimi Ömer b. el-Hattab -radiyallahu anh- Hazretlerinden şöyle rivayet eder.

Yaratılmışların Efendisi -aleyhi's-salatu ve's-selam- Hazretleri buyurdu ki: "Şu ana kendi yavrusunu ateşin içine bırakır mı dersiniz? Ashab: "Hayır, gücü oldukça elbette hiç bir zaman bırakmaz" dediler. Bütün alemler rahmet olmak sıfatıyla gönderilen İslam Peygamberi -aleyhi's-salatu ve's-selam- Hazretleri o zaman şöyle buyurdu: "Yemin ederim, Allah kendi kullarına, şu ananın kendi yavrusuna duyduğu merhametten daha merhametlidir."

Muhterem İmam Efendiler, hadis kitaplarına müracaat etsinler. Bu hadis ve bunun gibi başka hadisler, Sahih-i Buhari'de ve hadis kitaplarının çoğunda vardır. Böyle hadislerin delil oluşları son derece açıktır. Haşiyelerin (dipnot), açıklamalarının(şerh) ifadelerine hiçbir açıdan ihtiyaç yoktur.

İddiamıza karşı söylenebilecek sözleri işitmek için biz de dipnotlara, açıklamalara müracaat ettik, gördük ki: Açıklamalar (Bu hadiste esir kadınlara bakmanın cevazı vardır) gibi son derece önemsiz sonuçlara varıp, aslında delil olmayacak şeylere yapışarak genel olanın sadece inananlara özel kılınmasının iddia etmişler. Ben o iddiaların temelsizliğini "Şura"nın 24.sayısında biraz göstermiştim. Bu yüzden tekrar etmeyip, delillerimin beşincisi olan hadis-i şerifi naklediyorum.

5. Burhan

Allah meleklerin, nebilerin ve müminlerin şefaat ettiği bugün hakkında "cehennem de bir zerre miktar hayır bulunan hiç kimse kalmadı" buyurmuştur. Geride Erham er-Rahimin vardır.

Mübarek "Geride Erham er-Rahimin vardır." cümlesinin anlamı nedir? Allah'ın rahmetine oranla rahmetleri çok az olan meleklerin ve insanların aracılığıyla (şefaat) kalbinde zerre kadar hayır olan insanlar azabtan kurtulup, sonsuz saadete kavuşacaklar ise, merhametlilerin en merhametlisi Hazret-i Allah'ın sınırsız rahmetiyle azabtan kurtulacak insanları şimdi siz izah ediniz.!

6. Burhan

"Gökler neredeyse çatlayacak. Melekler ise Rablerini överek tesbih eder ve yeryüzünde bulunanlar için,O'ndan bağışlanma dilerler. İyi bilin, Allah şüphesiz bağışlayandır, merhamet edendir." (42:5)

Bu ayet-i kerimede meleklerin bağışlanma dilekleri yeryüzündeki herbir insanı; inananları, inanmayanları elbette içerir. Ayetin sonunda tekrar "İyi bilin, Allah şüphesiz bağışlayandır, merhamet edendir."yüce cümlesiyle Hazret-i Allah bağışlanma dileğinin kabul edildiğini müjdelemiştir. Bağışlama dileklerinin sonunda bağışlanmayacak olsaydı, rahmet ve bağışlayıcılık sıfatlarını koymayıp "Allah dilediğini yapandır" gibi sıfatları koyardı.

Mezheplerinin darlığından ötürü bu ayet-i kerimenin genellemesine tahammül edemeyen kelamcılar, Hazret-i Allah'ın genel kıldığı bir hükmü özel kılmak arzusuyla, "Yeryüzündekiler" gibi genelleyen ifadesi, el-Mu'min Suresi'nde inen "Arşı yüklenen ve çevresinde bulunanlar, Rablerini överek tesbih ederler; O'na inanırlar. Müminler için bağışlanma dilerler" (40:7) ayet-i kerimesiyle özelleştirmek hayaline kapıldılar.

Böyle hareketleri görünce, insan kelamcıların kendini beğenmişliğine hayret eder. Kendi mezheplerini korumak yolunda bütün insanları sonsuza dek ateşte yakar, fakat kendi inancını düzeltip değiştirmeye rıza göstermezler. Bütün insanlık alemi yüzükoyun gitsin, yalnız kelamcıların mezhebi sağ kalsın. En büyük maksatları budur!

Üçüncü bölümde, herbirine uygun olan hükümlerin biri diğeriyle özelleştirilemeyeceğini yazmıştım. Genelleyen ifadeyi (umum), diğer bir nitelikle özelleştirmek (tahsis) için iki hüküm arasında çatışma olması şarttır. Bu iki ayet-i kerimeden anlaşılan hükümlerin her biri icabi hükümdür. Mantık, lugat, yöntem kurallarına göre, batıl bir iddiadır. Kelamcıların hatırı için bu genel (amm) ile özel (has) arasında birbirine uygunluğun gereğine rıza gösterirsek, o zaman çok kolay üstelik gayet makul başka bir telif yolu kullanarak, deriz ki: meleklerin bir grubu yeryüzündeki insanların hepsi için, diğer bir grubu yalnız inananlar için bağışlanma dilerler. Buna "melekler şöyle derler: Bizim herbirimizin bir makamı vardır." (37:164) ayet-i kerimesi delil olur. Bu yolla genel ile özeli birbirine uydurursak, hem genel (umumi) ifade sağlam kalır, hem de tüm insanlık sonsuzluk aleminde kurtulur. Kelamcıların arzuladığı telif de gerçekleşmiş olur. mezhep tozlarıyla gönlümüz körelmemiş ise, söyleyiniz, bu telif daha güzel değil midir?

Mu'min Suresi'ndeki ayet-i kerimede bağışlanma dileği yalnız inananlardır dedik. Bunu kelamcıların hatırı için söyledik . Yoksa bize göre o ayet-i kerimede, bağışlanma yalnız inananlara has değildir. Ayet-i kerimenin ortasında gelen "Rabbimiz, ilmin ve rahmetin herşeyi içine almıştır" (40:7) yüce cümlesine derin bakışla fikrimizi yöneltirsek, sözümüzün sağlamlığı biraz anlaşılır. Bu kadarı maksadımızı geçer. Şimdi 7.delilimizi zikredelim.

7. Burhan

Saygıdeğer Peygamber İsa -aleyhi's-selam- Hazretleriyle, kusurları temizlenmiş mukaddes Meryem -aleyhi's-selam- Hazretlerine Tanrı diyen Hıristiyanlar hakkında Kur'an-ı Kerim'de, İsa -aleyhi's-selam- gibi en büyük peygamberlerden birinin masum dilinden hikaye edilerek, Alemlerin Rabbi Hazret-i Allah şöyle buyurmuştur:

"Onlara azab edersen, doğrusu onlar Senin kullarındır. Onları bağışlarsan, Güçlü olan, Hakim olan şüphesiz ancak Sensin" (5:118)

Küfürden veya Allah'a ortak koşmaktan bağışlanmanın imkansızlığı, bir vahiyle dünyada kesinlikle sabit olmuş olsaydı, Tevrat'ı, İncil'i, Kur'an-ı Kerim'i bütün sırlarıyla kuşatan hikmet ilimlerini de şüphesiz bizim kelamcılardan daha çok bilen, imanı ve Allah'ı bilişi de bütün kelamcıların imanlarından, bilmelerinden kıyas kabul etmez derecede büyük olan İslam Peygamberi İsa -aleyhi's-selam- "Allah'a ortak koşmaktan bağışlamak Allah'ın hikmet ve yüceliğidir." demezdi.

Masum dille söyleyip, Kur'an-ı Masum tarafından tekrar edilmiş, kıyamet gibi en dehşetli bir günde, bütün büyüklüğüyle, bütün kahrediciliğiyle beliren Alemlerin Rabbi Allah'ın huzurunda söylenen bir söz var iken, affediniz, kelamcıların kendini beğenmişlik, darlık temellerine bina edilen sözlerini kabul etmeye takatim yoktur! İmanım bundan çekiniyor!

Allah'ın, aydınlık günü gibi hatırımdadır: Mekke-i Mükerreme'deki Kabe-i Muazzama huzurunda Hanefi müftüsü üstadımız eş-Şeyh Salih, dersinde Sahih un- Nesei'yi okurken "Ebu Zer'den rivayet olunduğuna göre Allah Resulü şu ayeti okuyarak sabahladı: (5:118)" hadisi şerifini okumuştum. Bütün alemlere rahmet olmak sıfatıyla gönderilen İslam Peygamberi -aleyhi's-salatu ve's-selam- Hazretleri niçin bu ayet-i kerimeyi gece boyunca tekrar etmiş? Düşündüm. O saat Allah'ın evinin heybetiyle ayet-i kerimenin ifadesi gönlümü kapladı. Dersimi kestim...

Bu ayet-i kerimenin açıklamasında kelamcılar tarafından söylenen sözlere bakarsam, kelamcıların hallerine şaşırırım, iddiamın gerçekliğine inancım artar. Ayet-i kerimenin delil oluşuyla mezheplerinin geçersizliğine kesin bilgi elde etmeleri gerekiyorken, bizim kelamcılar manasızlığını kendilerinin de bildiği en boş kelami yöntemlerle ayet-i kerimeyi saptırmaktan veya tahrif etmekten çekinmiyorlar. Sadece Keşşaf'ın yazarı Mahmud Zemahşeri Hazretleri biraz insaf gösterip, kendi mezhebinin hilafına olarak "Bağışlama, aklen tüm suçlular için güzeldir. Hatta suç büyük olduğunda bağışlama (af) daha da güzel olur." demiştir. Bu sözle Allah'a ortak koşmaktan bağışlanmanın uygunluğuna mecburen razı olmuştur. Büyük günahlar için cezayı gerektiren bir kelamcı, bu ayetin son derece açık deliliyle inanışının geçersizliğini itiraf edip, "günah ne kadar büyük olursa, bağışlamakta o kadar güzel olur" demiştir. Mezhebe körükörüne bağlanmanın da elbette bir sınırı olur. En şiddetli taassuplar da, elbette böyle açık izahlara karşı koyamaz.

Fakat günümüzde inançlarını kelami görüşlere bina edenler, ellerinde olmayan mantık gücüyle herşeyi bilirim, hayalinde olanlar ayet-i kerimelerin delil olmasını kabul etmemekte tabii ki ısrar ederler.

Şu ayet-i kerimenin ifadesine biraz daha kulak verirsek anlarız ki: Muhterem Peygamber Hz. İsa -aleyhisselam- Hazretleri bağışlamayı boşlukta bırakıp, talep kipiyle, "Sana ortak koşanları bağışla" dememiş. Elbette Allah'ın Büyüklüğü huzurunda edepli olma emrine uyan gayret, bunu gerektirir. Bu edepli olma gereğiyle meleklerin bazıları bağışlamayı da açıkça söylemeyip, "Rabbimiz her şey ilmi ve rahmetiyle kuşatmıştır" gibi dolaylı yolla ifade eden bir ibareyle yetinmişlerdir. Bundan sonra da Hazret-i İsa -aleyhi's-selam- "Sen Gafur ve Rahim'sin" demeyip " Sen Aziz ve Hakim'sin" demiş. Niçin böyle (demiştir)? Çünkü herşeye egemen, üzerine bir şeyin mecbur olabilmesi imkanından son derece yüce olan Hazret-i Allah, en büyük günahları da affederse, o zaman Allah'ın lutfu, hikmeti daha çok ortaya çıkar. Bu bir yön. İkinci yön: Gafur, (af eden) Rahim sıfatlarını koysaydı, İsa -aleyhi's-selam-'ın sözü aracılık gibi bir şey olurdu. Aracısız bağışlamak ise, Allah'ın lutfuna, rahmetine çok daha uygun olur.

Farkındayım: Bu ayetin delil olmasıyla iddiam bütünüyle sabit olmayıp, belki bir parça, yani Hazret-i İsa-aleyhi's-selam-ile temizlenmiş mukaddes annesi Hazret-i Meryem'i -aleyha's-selam- ilah edinmiş milletler hakkında iddiam sabit olur. Fakat şirk ile şeriki (şirk koşulanı) kelamcıların hiç biri ayırmıyor. Buna göre de iddiam bu yönden tamamen sabit olur.

Burada ileri sürülen sona erdirmek sıfatıyla konulacak 8.delilime bir giriş olması açısından bir kaç başlangıç yapmayı uygun buldum.

1.Başlangıç: Yeryüzündeki dinlerden Budizm, Yahudilik, Hıristiyanlık, İslam gibi zaman, mekan, bağlanma açısından yaygılık kazanmış dinlerin bağlıları da, Keldanilerin, Asurlular, Yunanlıların, Mısırlıların dinleri gibi, bir devlet ve bir millet sınırları içersinde kalmış dinlerin tabileri de, yahut bu kadar da yayılmamış, zaman, mekan ve tabileri bakımından çok güdük kalmış dinlerin bağlıları da, Allah hakkında kendi inançlarını kendilerine göre elbette akıl ve düşünce temellerine bina etmişlerdir. Bu dinlerden herbirinin kendine göre kelam ilmi, her kelam ilminin kendi görüşü, sonuçlar çıkartışı, her görüşün de kendine göre sağlam delilleri vardır. Hatta vahşiler de bir mecburiyet olmadıkça, bir inancı kabul edemez. Hayvanlık derecesini biraz aşan insanların herbirinde kendilerine göre bir istidlal temeline üzerine bina edilmiş bir Tanrı düşüncesi vardır. Yeryüzüne gelip geçmiş her insanın Allah'a dair kendine göre bir bakış açısına dayalı imanı vardır.

İhtimal, bizim kelamcılar, bu sözümü kabul etmez veya edemez. Fakat bu meseleye dair benim fikrim, bakışım geniştir.

Ben bu bakışımı, dinlere, insanlık alemine bakış açıları çok geniş olan mutasavvıfların büyüklerinden alırım. Yahud Kur'an-ı Kerim'in kelamı yöntemle sınırlanmayan yönlerinden alırım.

Allah Kur'an-ı Kerim'de el-En'am Suresinin 38.ayet-i kerimesinde şöyle buyurur:

"Yerde yürüyen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da ancak sizin gibi birer toplulukturlar. Kitab'da biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Onlar sonra rablerine toplanacaklardır." (6:38)

Biraz derince düşünelim: Alemlerin Rabbi Hazret-i Allah, canlı türlerin herbirine bir ümmet olduğunu söylemiş. Bununla da yetinmeyip, medeniyetin yüksek derecelerine erişen insanlara hitaben "Sizin gibi" buyurmuş. "Gibi" (misl)nin manasını bizim kelamcılar bilmektedir. Ayet, "canlı türlerin herbiri hayat, hareket, his, fikir konularında tamamen sizin gibi birer ümmettir" anlamına gelmektedir.

Bizde, bizim kelamcılarda büyük çaba, Kur'an-ı Kerim'in hidayetinden bahsedecek kadar sevinç olsaydı, bu ayetin en geniş manalarını anlamak arzusuyla, tabiat aleminin en büyük cisimlerinden en küçük zerrelerine kadar bahsederdik.

Bizde öyle alicenaplık, o denli sevinç nerede şimdi! Ama kendi cehaletimizi, son derecelerde seyreden kusurumuzu başkalarından da, kendimizden de gizlemek gururuyla, saptırarak veya tahrif ederek, ayetlerin İlahi hitabını yıkmak cesareti, maşaallah, bizde bitip tükenmeyecek kadar çok.

Biz geçici olarak da olsa kelamcıların dar mezheplerine uyup, o ayetin manasını bütün gücümüzle sınırlamaya gayret sarf edelim. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım, ayetin genelinden, yeryüzünde gelip geçmiş insanlardan bir tekini bile istisna edebilecek derecede sınırlamamız pek kolay olmaz. Çünkü insanların herbiri, Alemlerin Rabbi Hazret-i Allah'a iman konusunda, sizin ve bizim gibi bakış açısına sahiptir. Bu bir.

2.Başlangıç: Bundan sonra Allah, Kur'an-ı Kerim'in İsra Suresi'nin 23.ayet-i kerimesinde şöyle buyurdu:

"Rabbiniz sadece Kendisine tapmanızı ve ana babaya iyilik etmenizi kaza etmiştir." (17:28)

Bizim kelamcılar burada "Kaza"yı emir manasına almışlar, üstelik bu emri de "hukuki emr"e yormuşlardır. Güzel! Fakat biz "Kaza" kelimesini, Kur'an-ı Kerim'in en yaygın kullanışını (örf) temel alarak anlamlandırırsak, "kaza"yı hüküm anlamında almanın daha uygun olduğunu görürüz.

Öyle ise, dünyadaki insanların herbiri yalnız bir Alemlerin Rabbi Hazret-i Allah'a ibadet eder.

Bu ikincisi. Ben inşallah bu ikinci başlangıcımı dinler tarihi konularında daha ayrıntılı şekilde isbat edeceğim.

Bu iki başlangıcı sıraladıktan sonra, şimdi Allah'ın yardımıyla 8.delilimi aktarayım:

8.Burhan:

Alemlerin Rabbi Hazret-i Allah el-Mu'minun Suresi'nin en son iki ayet-i kerimesinde şöyle buyurmuştur:

"Allah'la beraber, varlığına hiçbir delili olmadığı halde başka tanrıya tapanın hesabını Rabbi görecektir. İnkarcılar elbette kurtulamazlar. De ki: Rabbim! Bağışla, merhamet et, Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın." (23:117-118)

Bu iki ayet-i kerimede kelamcılarca düşünülmesi gereken çok şey vardır:

a - Kur'an-ı Kerim "Delilsiz ortak koşarsa hesabı yalnız kendi Rabbi yanında olacaktır" buyurmuş. Böyle birini, tekfir edip, cehennem e atmak tercihini Kur'an-ı Kerim bu sözüyle kelamcıların elinden almış değil midir? Delili olmadan Allah'a ortak koşana insanın hesabı yalnız bir Allah'ın ilmine teslim edilmiştir. Böyle insanı "kafir" deyip cehenneme atmak cesaretinden bizim kelamcılar sukut etmiş olsalardı, Kur'an-ı Kerim'in seslenişi huzurunda daha fazla edep dairesinde hareket etmiş olurlardı. Bu bir.

b - "Delilsiz ortak koşarsa" denilmiş. Ya bizim önceki başlangıcımıza göre delili varken ortak koşarsa, ne olacak?"

Önceki başlangıçta açıkladık: Herbir insanın inancı, Tevhid (birleme) de olsa, şirk (ortak koşma) da olsa, kendine göre bir bakış, kendine göre bir delil üzerine kurulmuştur.

Kur'an-ı Kerim'in harikulade üslubu gereği konulmuş "Burhansız" kaydını bir şeye delil olmaz hale getirmemek için "delili varken şirk koşarsa", "Allah kişiye ancak gücü nisbetinde teklifte bulunur" (2:286) ayet-i kerimesine göre "böyle bir insan Allah'ın fazlıyla bağışlama bulur" demek ya gerekir ya da en uygunudur.

"İnsanın hesabı yalnız Rabbi katındadır" buyurulmuş. Burada hesabın anlamı nedir? Niçin o hesab yalnız Hazret-i Allah'a has kılınmıştır? Hesab sorulacak şeyler yalnız defterde kaydedilen günahlardan ibaret olsaydı, Allah'ın emriyle o günahları kıyamet gününde melekler de hesab edebilirlerdi, değil mi?

İş böyle iken, hesabı Hazret-i Allah'a tahsis etmekte büyük bir mananın bulunması gerekmiyor mu? Öyleyse, şimdi düşünelim: Yalnız Hz. Allah'ın ilmine has kılınmış hesap nasıl bir hesap olacak? Elbette meleklerin ilminden yukarı olup, yalnız Allah'ın kendine mahsus olan bir şeyin hesabı olması gerekir. Fakat o hal günahlardan, şirkten ibaret olamaz. Çünkü günahlar da, şirk de, hem bizlere, hem meleklere malum olabilir.

Öyle ise, hesab edilecek tek bir hal kalır: Delili yok iken şirk koşan insan düşünürken, Allah tarafından verilen gücü tamamen kusursuzca, bolca sarfetti mi, sarfetmedi mi? İnsanın kendisine bu durumu bildirmek için, kıyamet gününde alemlerin Rabbi Hazret-i Allah'ın huzurunda hesab gerçekleşecektir.

Bu da üçüncüsüdür.

Hesab sonunda, insanın Allah tarafından verilen gücünü düşünürken kusursuzca sarfettiği ortaya çıkarsa, o insanın hali nasıl olur? Buna önceki ayet-i kerimede cevap yoktur. Fakat ikinci ayet-i kerimede buna cevap vardır.

İkinci ayet-i kerimenin manası doğrultusunda "derim ki: Rabbi, böyle insanları bağışla, sen rahmet edenlerin en hayırlısısın. Böyle insanlar da senin tarafından verilen gücü aşamadılar, olan güçlerini de kusursuzca sarfettiler."

Kendine göre bir delile sarılıp, şirk belasına duçar olan miskin insanlar hakkın da , olanca gücünü sarfettikten sonra delilsiz şirk koşmak sapkınlığına düşen acizler hakkında da, yaratılmışların efendisi, Rahmet Peygamberine hitaben Alemlerin Rabbi Hazret-i Allah "De ki: Rabbim beni bağışla ve bana merhamet et" (23:118) demişse elbette peygamberler efendisi, alemlerin Rabbinin Sevgilisi'nin dualarını taleb etmek şartıyla demiştir. Yoksa kabul olunmayacak duayı emretmek, Allah'ın hikmeti bakımından abes olurdu.


Önceki_______İçindekiler_______Sonraki