Önceki_______İçindekiler_______Sonraki

Yedinci Bölüm
İddiamızın Öncüleri

Alemlerin Rabbi Hazret-i Allah'a şükrederim, mesele biraz anlaşıldı: Önceleri çok garip, üsteli Kur'an-ı Kerim'in mukaddes öğretilerine kesinlikle aykırı şekilde telakki edilmiş önemli bir mesele, bugün yazılmış "İlahi Rahmet Meselesi" risalesinin etkisiyle olsa gerek, kabul edilebilir bir dereceye geldi. Azabın sonsuz olmadığı, cehennemin de bir gün yok olacağı Selef-i Salihin ve Ashab-ı Kiram'dan bazılarının fikriymiş, şu bizim Rusya Müslümanlarınca da anlaşıldı. Her hakikati yalnız kendi düzeyleriyle ölçmek cesaretine sahip, çapları dar adamlar, o risalenin etkisiyle ihtimal biraz itidal kazandılar. Darlıktan, gurura dayalı kelam kitaplarının karanlıklarından kurtulabilmek için bizim efendiler, ihtimal, Selef-i Salih'in çok geniş ilmi düşüncelerinden bahsetmek yoluna girecek kadar büyük bir sevinç elde ederler. Tabii ilimleri iptal ve Mutlak Hakim Hazret-i Allah'ın hikmetlerini inkar edici görüşleri üzerine bina edilmiş kelam inançlarından başımızı kurtarmak için İslam'ın akıllara en uygun öğretilerini, en asıl güvenilir kaynaklarından almak fikri, belki bizim müslümanların gönlünde uyanır.

Bu sözüm İlahi Rahmet'in kapsayıcılığına İslami esaslar noktasından bakmak itibariyledir.

Ama eğer Mutlak Kahredici olan Alemlerin Rabbi Hazret-i Allah'a en büyük ismiyle övgü düzmek makamından, ya da gafleti, gururu bir yana bırakıp varlık alemine en azından bir paralık önem vermek gereği yönünden, ya da insanlık aleminin gelecekteki hayatını köklü bir merkezde en mükemmel dürbünle gözetlemek noktasından; İlahi Rahmet'in Kapsayıcılığı Meselesine bakarsak, o zaman hakikat bize en nurlu yüzünü sunacaktır.

Böylesine geniş bir bakış açısını İslam'ın mukaddes öğretilerinde görmek bizim bitmez tükenmez bir şekilde memnun olmamızı gerektirir. İslam'ın yüceliğine, kutsallığına bir başka delil olacak böylesi bakış açılarını büyük bir güvenle kabul ederiz. Böyle düşünceleri kabul etmek yolunda, tevil zarureti doğsaydı da, biz kabule mecbur olsaydık. Fakat biz bu bakışı kabul etmek yolunda, nassları tevil belasını görmedik. Yerine Kur'an-ı Kerim'in çeşitli ayetlerinde, İslam Peygamberinin en kapsayıcı sözlerinde güzel bir şekilde açıklanmış bir öğreti olması sıfatıyla kabul etmiştik.

İlahi Rahmet'in kapsayıcılığı meselesine bu açılardan bakıp, bana biraz ruh vermesi için, saygıdeğer edebiyatçı Fatih Emirhan'ın kalemiyle "İdil Gazetesi" sütunlarında, saygıdeğer H. Efendi'nin kalemiyle 8 Şubat tarihli "Tercüman" ilavesinde yayınlanan makaleler beni memnun etti. Bana tenezzül edip ruh verdikleri için bu muhterem arkadaşlarıma şükranlarımı sunarım. Büyük terbiye gören gençlerimizin bu fikirde bana muvafakatlarıyla açıkça övünebilirim. Zannederim gençlerimizin hepsi olmasa da, elbette çoğu böyledir.

Bu meselenin Rusya Müslümanlarının basınında çıkması, inşaallah, faydasız olmasa gerek. Ümidim daha önce de böyleydi. Şimdi daha çok güçlendi. Basın sayfalarında iddiamı isbat etmek yolunda devam etmeyi düşünüyorum.

a. İlahi Rahmet'in Kapsayıcılığı,
b. İnsanlık aleminin sonsuzluk yönünde kurtuluşu,
c. İlahi İrade'nin azabı gerçekleşecek ise bunun elbette bir sonu bulunduğu;

Bu üç meselenin herbiri kelam ilmi dünyasında tuhaf, yeni gibi görünseler de, İslam Dünyasında yeni olmayıp, üstelik Ashab-ı Kiram Hazretlerinin isimleri saygıdeğer en büyük müctehidlerden tabiilerden nakledilen köklü bir inançtır.

Bu sözüme birer tanık göstermek maksadıyla bu kez Muhammed b. Cerir et-Taberi Hazretlerinin Cami ul-Beyan isimli son derece büyük ve muteber tefsirinden buruda birkaç satır nakledeyim.

Kahire'de basılan Cami ul-Beyan'ın 12.Kısmı'nın 66.sayfasında bakınız, İbn-i Cerir et-Taberi Hazretleri ne demiş:

Şa'bi'den şu söz nakledilmiştir: "İki yurttan en çabuk imar edileni ve en çabuk yıkılanı cehennemdir."

Bu sözün yorumu mümkün müdür? İddiamızdan beş on kat daha geniş değil midir? Kapsayıcı Kurtuluş inancı Kur'an-ı Kerimin yüce öğretisine kesinlikle muhalif is, acaba Şa'bi gibi bir müçtehidin bu inancı Kur'an-ı Kerim'le nasıl uyuşturulabilir?

İmam Şa'bi kimdir?

İmam Şa'bi Hazretleri Sad b. el-Müseyyeb Hazretleri gibi en büyük tabiilerden, ilmiyle İslam Dünyasında ictihadın en ilk sıralarında yer almış müctehidlerden, zamanından siyasi konularda görüşüne müracaat edilen büyüklerden olup, dört mezhebi kuran müctehidlerin hepsinden ihtilafsız üstün bir imamdır.

İnanç'a dair meselelerde Eşarilerin, Maturidilerin sözleri senet olabilir ise, biz İmam Şa'bi gibi bir adamın sözünü haydi haydi senet kabul edebiliriz. Yok, senet olmaz ise, bizim de inancımız böyledir, biz hemen İmam Şa'bi Hazretlerinin tarafına meyl ederiz. Çünkü Eşariler, Maturidiler bize cedel (tartışma) temeline kurulu "Kelam İlmi" ni öğretecekler; amam İmam Şa'bi Hazretleri bize Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini, İslam Peygamberi kanun koyucu aleyhi's-salatu ve's-selam- Hazretlerinin sahih sünnetini öğretecek!

"Onlar ne güzel arkadaştır." Biz bunları daha fazla memnuniyetle tercih ederiz!

Cami ul-Beyan'ın bu aynı 12.Kısmı'nın 66.sayfasında İbn-i Cerir et-Taberi Hazretleri, bakınız daha ne naklediyor.

Sahabelerin alimi Abdullah b. Mes'ud hazretleri diyor ki:

"Yemin edilecek şeylere yemin olsun. Bir gün gelir, cehennemde tek bir kimse kalmaz.!"

Biz sadece bu sözü delil olarak alıp ta, iddiamızı göklere kadar çıkarırsak, elbette alimler hakkımızı inkar edemez. Çünkü İslam Dünyasında Kur'an-ı Kerim'i Abdullah b. Mes'ud Hazretleri de anlamamış ise, safsatalarla akılları bozulan kelamcılar mı anlayacak? Anlamış ise, işte bu yüzden Abdullah b. Mes'ud Hazretlerinin sözü benim delillerimden biri olabilir.

Kur'an-ı Kerim'i ezberi en güçlü, tarzı en güzel, en sahih olan Sahabi, yaradılmışların efendisi Hazret-i Peygamberin tanıklığıyla, Abdullah b. Mes'ud değil midir? Kur'an-ı Kerim'i kendi eliyle yazan, ictihadı, fetvası sahabelerin hepsinden üstün olan sahabi de Abdullah b. Mes'ud Hazretleridir!

Kelamcılar insaf eder mi? Benim iddiam Kur'an-ı Kerim'in ayetlerine aykırı ise, o iddiam sebebiyle ben İslam Dairesinden çıkacak olursam, Abdullah b. Mes'ud hazretleri kuru iddiasıyla değil, belki yeminiyle ne olacak?

İbn Mes'ud Hazretleri gibi bir adamdan yemin, elbette kesin inancı oldukça çıkar.

Ben anlamamaktan dolayı iddiada bulunayım, ihtimal ki şerefi Hukukumuz beni bağışlar. Benim gibilerin muhalefetleri de Kur'an-ı Kerim'in hakikatine bir paralık zarar vermez.

Fakat İbn Mes'ud Hazretleri gibi en alim bir sahabi de anlamak ihtimali elbette olmaz. Böyle bir zatın yalnız iddiası değil, yemini Kur'an-ı Kerim'e olur ise, ya bunun manası nedir? İbn Mes'ud Hazretleri mi Kur'an-ı Kerim'i tekzip etmiş? Yahud Kur'an-ı Kerim mi ..?

Bütün dinlerini, imanlarını Molla Celal, Taftazani gibi kelam kitapları üzerine kuran kelamcılar, bu iki şıktan önceki şıkkı mı seçecekler? Kapsayıcı kurtuluşun Kur'an-ı Kerim'de kesinlikle muhalif olduğunu söyleyen kelamcılar şüphesiz, bu iki ihtimalden birini zaruri olarak seçerler.

"Hayır! İbn Mes'ud öyle bir sözü söylemez, yalandır!" diyecek olsalar, hadis imamları yanında adaletle bilinen naklediciler yalanlamaktan çekinmeseler, biz de onların hatırları için sözlerine muvafakat ederiz de, kelam kitaplarını, orada olan inançları, sözleri savurup, taşlarız. Tarihin çöplüğünde, hurafeler şubesinde sonra, gelecek asırlar için saklı kalır.

Bu defa bu kadarla yetinip duralım, Azab ayetleri hakkında fikrimizi açıklarken, o zaman inşaallah ashab-ı kiramın ve izleyicilerin (tabiin) sözlerini, inançlarını birer birer ortaya koyarız. Bu defa İbn Mes'ud Hazretleriyle Amir eş-Şa'bi Hazretlerinin birer sözünü nakletmekte acele etmiş isek, kendi hallerine insaf etmek erdeminden yoksun kalan kelamcıların insaf sınırına çağırmak sebebiyle oldu. Görsünler ki: Kur'an-ı Kerim'i "herhalde" bizim "kelam alimleri"nden "biraz" daha çok anlayan İbn Mes'ud Hazretleriyle Amir eş-Şa'bi Hazretlerinin sözleri, inançları nedir?

İnşaallah ben, hiç olmazsa Rusya Müslümanlarının öğrencilerinin kalplerini, beyinlerini kelamcıların kaosundan temizlemek yolunda çalışacağım. İmam A'zam, İmam Malik, İmam Yusuf gibi mezhep reisleri kelam ilmini niçin o kadar kötülemişler, inşaallah açıklayacağım. Medrese talebelerinin inançlarına biraz istikamet verebilirsem, işte o zaman maksadım elde edilmiş gibi olur.

Biz, milletin vücudunu istila eden, milletimizi uyuşukluk batağında coşkusuz bırakan hastalıkları teşhis edecek olursak görürüz ki; çoğu bizim vücudumuzda var. Hastalıkların en büyüğü kalplerimizi saran darlık ve karanlıktır. Dimağlarımızı ve vehim yuvasına çeviren kelam ilminin inanışlarıdır.

"Hayır, hayır; onların kazandıkları kalplerini paslandırıp körletmiştir." (83:14)

O, hastalıkların çaresini bulmak ümidiyle, beş on yıl önce ben kelam kitaplarında olan inanışlardan her birini bir fırsatını bulup, kaldırıp söküp atmak düşüncesine varmıştım. mutasavvıfların dilinde "resmi ilimler" ismiyle, müctehidlerin dilinde "kelam ilmi" ismiyle kötülene gelen bir ilmin meselelerinin kıymetini göstermek emeli ben de güçlendi. Buna göre bu güne kadar dört beş meseleyi ortaya attım. Bundan sonra daha:

Bundan önce, saygıdeğer "Şura" sayfalarında azab ayetleriyle, rahmet ayetleri hakkında birşeyler yazmıştım. Bundan sonra da sunulacak ayet-i kerimeler hakkında özet olarak bir fikir vermek niyetiyle, ayrıca Kur'an-ı Kerim'de o ayetleri okurken çoğunlukla ayetleri hatalı olarak anlayan insanların hatalarını göstermek ümidiyle "el-Muvafakat" gibi metodoloji kitaplarında, isteklendiren ve müjdeleyen ayetlere dair ileri sürülmüş bir açıklamayı tercümesiyle değil, belki sadece manasıyla burada nakletmeyi uygun buldum.

"el-Muvafakat"ın yazarı kitabın üçüncü kısmında "Hukuki deliller" bölümünde der ki:

"Kur'an-ı Kerim'de sakındırma (terhib) ayetlerinin herbirine bitişik olarak, teşvik (terğib) ayetleri konulmuştur. Fakat hiçbir ayette hüküm, açıklık (bu fiilleri işleyenler) yönüyle değil, aksine vasıflar yönüyle verilmiştir."

Mesela Asr Suresinde Alemlerin Rabbi Hazret-i Allah buyurur ki: "Asra andolsun ki, insan hüsrandadır. Ancak iman edip, salih amellerde bulunanlar bunun dışındadır." (103:1-3)

Burada "insan"dan murad Avrupalı halkı, istisnadan murad Rusya Tatarları değildir.

Kur'an-ı Kerim'de Nisa Suresi'nde 141.ayet-i kerimede Hazret-i Allah şöyle buyurur:

"Allah, inkarcılara inananlar aleyhine asla fırsat vermez" (4:141)

Burada öncekilerden Saksonya İngilizleri, ikincilerden de Hindistan müslümanları ya da Mısır fellahları murad edilemez. Gerçek de bunun aksine değil midir?

Melaike Suresi'nin 29.ayet-i kerimesinde Kur'an-ı Kerim buyurur:

"Allah'ın kulları arasında O'ndan korkan, ancak bilginlerdir." (35:28)

Burada alimlerden kasıt İstanbul hocaları, Ezher şeyhleri, Hindistan Mevlevileri, Buhara mollaları, bizim Rusya medreseleri, Tatar mollaları olamaz.

Enbiya Suresi'nin 105. Ayet-i kerimesinde Kur'an-ı Kerim buyurur ki:

"Andolsun ki, Tevrat'tan sonra Zebur'da da yeryüzüne ancak iyi kullarımın mirasçı olduğunu yazmıştık." (21:105)

Burada "salihler" derken Mısır'ın Rufaileri, Magrib'in Senusileri, İstanbul'un Kalenderleri, Hindistan'ın Fakirleri, Tatar Sufileri, Almata Şeyhleri, Buhara Nakşibendileri kastedilmemiştir.

Alemleri Rabbi Hazret-i Allah Kur'an-ı Kerim'de "İnananlara yardım etmek bize hak olmuştur" (30:47) buyurur.

Burada "inananlar"la kimleri kastetmiştir?

Dört-beş İngiliz'in elinde esir olan altmış milyon kadar Hindistan Müslümanlarını mı? Hollandalıların pençesinde kulluk eden Cava Müslümanlarını mı? Yahud...

Kur'an-ı Kerim, sayısız ayetlerde imanı övmüşse, Bed ul-Mearif ile Molla Celal'da yazılan meseleleri kastetmemiştir.

Kur'an-ı Kerim "Salih ameller", "hayırlar" ibareleriyle insanları güzel işlere davet ederken, güzel işlerden Kazan dilinde tesbih çekmek, hergün yüzbin mertebe salavat okumak, Kaside-i Bürde'leri ibadet kastiyle tekrar etmek gibi işleri kastetmemiştir.

Alemlerin Rabbi Hazret-i Allah Kur'an-ı Kerim'de bütün mutluluğu sakınanlara vadetmiş ise, sakınanlarla Yaşıl-Çapan, Sari, Çiruk, Burkenur Sufilerini, mürid terbiye eden şeyhleri, tekkelerde yaşayan abdalları, dünyadan habersiz zahidleri, namahrem yüzüne bakmayan salihleri de kastetmemiştir.

Alemlerin Rabbi Hazret-i Allah "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülüğü engellersiniz" demiş ise, Tenbih ül-Gafilin'den, Durret ül-Vaizin'den, Tezkiret ül-Kurtubin'den, Mısır'da basılmış hutbelerden birin minberlerde okuyan hatipleri de kastetmemiştir.

Alemlerin Rabbi Allah Hz. "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar." (5:44,46,47) demişse, "indirdiği" ifadesiyle Bezzaziyelerde, Tenvirlerde, Camiu'r-Rumuzlarda yazılan hükümleri de kastetmemiştir.

Allah Kur'an-ı Kerim'de cennet ehlini de, cehennem ehlini de açıklamıştır. Fakat yani "Anadolu Türkleri", yani "Amerika İngilizleri" dememiştir.

Kur'an-ı Kerim'de azab ayetlerini ya da rahmet ayetlerini okuyup delil getirecek adamların bu noktayı düşünmeleri zaruridir. Yoksa, rahmet ayetleri "bize!", azab ayetleri "başkalarına!" inancı kendimizi aldatmaktan başka hiçbir şeye hizmet etmez.

Semavi kitapların birine mensup olmayı iddia eden milletlerin çoğu yıkılmış ise, ancak böyle bir inancın etkisiyle olmuştur: Semavi kanunların müjdelerini yalnız kendilerine, kıyamet azabını yalnız başkalarına dağıtıp, semavi kitaplarda o kadar övülen imanı dillerde söyleyip de hayatta önemi olmayan bir iki cümleden ibarettir zannetmişlerdir. O iki üç sözcüğe doğru dürüst inanılırsa, insanları saadet yollarına alıp götürmeleri gerekirken aksine, insanların durgunluk yatağında rahatlamalarına sebep olagelmişlerdir. Bu durumun sebebi nedir?

Kur'an-ı Kerim'de Furkan Suresi'nin sonundaki ayetleri okursak görürüz. Kur'an-ı Kerim buyurur:

"Rahman'ın kulları, yeryüzünde tevazu ile yürüyen kullarıdır. Cahiller, onlara sataşırlarsa, temiz, doğru söz söylerler. Rablerine secde, kıyam edip geçerler. İnfak ederken israf ve cimrilik etmezler. Belki her durumda mutedil olurlar. Şirk koşmazlar, Masum kanı dökmezler. Zinadan temiz kalırlar. Yalan yere şehadet etmezler. Boş yere ufak şeylere tenezzül etmezler. Rabblerinin ayetleriyle hatırlatırlarken, sağır, kör gibi iltifatsız kalmazlar. "Ya Rab! Bize mutluluk verecek hanımlar, yavrular ver! Bizi muttakilere imam yap!" derler."

Furkan Suresi'ndeki o ayetleri hepimiz okuruz. Fakat çoğumuzun anlayışına göre, Allah'ın öyle kulları "mescid ihtiyarlarına imamet eden, yeşil cüppe giyen" İhtiyar Hazretler, ya da ömründe dört beş kadını almış ta boşamış gayet gösterişli yaşlı şeyhlerdir.

Biliyorum: Bu söz çok ağır bir söz. Fakat ne yapalım, yalnız bizi değil belki bütün milletimizi, o kadar da değil belki bütün müslümanların tahrip eden bir beladır bu bela!

İnsaf edelim! Gönlümüzde biraz iman kalmış ise, kendimizi de, milletimizi de aldatmaktan biraz haya edelim şimdi!

Amaç: Azab veya rahmet ayetleri açıklık bağlamıyla değildir. Rahmet ayetleri "yani Tatarlar!" azab ayetlerini "yani İngilizler" anlamında açıklamak hatadır. İman, kelam kitaplarımızda açıklanan meselelere inanmak; güzel davranışlar, faziletli aylarda farz kılınan güzel eylemleri yapmak manasında değildir.

Bu tenbih bundan sonra yayınlanacak sözlerime bir önsöz gibi olsun.

Sekizinci Bölüm
Sonuç

Saygıdeğer ilmi "Şura Dergisi" vasıtasıyla bütün İslam Dünyasına sunulmuş katışıksız ve ispat edilebilirse, faydası önemi olan ilmi bir mesele üzerinde bir grup imam efendinin ve bir kısım halkın fitnelenmeleri beni endişeye düşürmüştür. Çünkü "fitne"yi ortaya atan benim. Bu fitne yüzünden halkın inanışları bozulacaksa, elbette şüphesiz sorumluluk yalnız bana ait olacaktır.

Bunun üzerine ben de aklımı başıma topladım. Meseleyi başlangıçlarıyla, mümkün olabilecek delillerin en kuvvetlileriyle, uzun (87) ve uzak, derince düşündüm. Aslı olmayan, ispatı mümkün olmayan, zararı olan bir meseleyi ortaya atmak tabii ki, bana bir fayda sağlamaz, benim için bir katkı değildir. Bunu elbette bilirim. Kendi yararımı anlamayacak derecede "kalender" de değilim. Başkalarının yararı için çıkarsamalarda bulunmak çabası, insanlık dünyasında yaygınlaşıp giden bir erdem değildir. Fakat kendi yararı için hareket etmek mecburiyeti "İlahi Rahmet" gereği olarak canlılar dünyasında yayılmış ve tabii kılınmış gerekli bir melekedir. Meseleye karşı "galeyana"gelen halkın galeyanı da, zannederim, sırf bu kanunun etkisiyle meydana gelmiştir.

Ortaya attığım meseleye tekrar baktım. Gördüm ki; Alemlerin Rabbi Allah Hazretlerine en büyük sıfatıyla takdis ve tesbih etmekten, İslamiyet'in sayısız ayetleri katarına büyük bir itikadi fazilet etmekten meziyetleri katarına büyük bir itikadi fazilet eklemekten, eskiden beri insanlık alemini harap kıla gelen, insanların başına gelmiş belaların tümüne sebep olmuş bir inancı ya kaldırmak ya değiştirmekten ibarettir.

Durum gerçekten böyleyse, ben meseleye hem varımı, hem de canımı feda ederim. Eğer öyle değil de ben hata ettiysem hükmü zanna dayandırılmış böyle bir itikad için Rabbi Kerim hem beni hem de sözüme uyanları elbette hesaba çekmez. Ümidim böyledir.

Ben bağışlayıcı, lütufkar, merhametlilerin en merhametlisi Hazret-i Allah'a "intikam davacılığına, sonsuz gazab motivine esirdir." diyemem. Bütün alemlere kapsayıcı rahmet olması sıfatıyla Kur'an-ı Kerim'in indirilişinde açıklığa kavuşturulmuş İslamiyet'in anlaşılır kılınmış inanç temeline, bütün insanlara sonsuza dek azab etmek gibi korkunç bir katılığı koyamam. Diğer insanlar hakkında kendime tahammül edemeyeceğim bir azabı güzel bir zanla hüküm veremem. İslam'ın doğruluğu için de azabın sonsuzluğu elbette gereklidir, sözüne isabet rengi veremem....

"İlahi Rahmet'in Kapsayıcılığı"na benim bakışım, böyle düşüncelerden ileri gelmektedir. İspatı için de elimde Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinden Yaradılışın Efendisi, Rahmet Peygamberi kural koyucuların en büyüğü -aleyhi's-salatu ve's-selam- Hazretlerinin sahih sözlerinden çeşitli delillerim varsa, o meseleyi bir dava edinmeye hakkım olduğunu her bir insaflı kabul eder.

Bu davamı açığa vurmaktan beni ancak birşey men edebilir: "İlmi meselelerde "taktik" ile hareket eden yazarlar, yahut "siyaset yapıyorum" sloganıyla gizlenen profanlar bana derler ki:

"Canım! Hakikaten senin dediğin de olabilir. Davanda sen haklı olabilirsin. Fakat her sözün kendine göre bir zamanı, mekanı vardır. Rusya Müslümanları, arasında böyle sözler söylenemez. Halk tahammül edemiyor. Avamın akıl düzeyine göre söz söylemek gerekli değil midir? Biz de senin gibi öyle meseleleri yayınlardık, fakat....

Davamı yayınlamadan önce bu nasihate mana itibarıyla yakın bir düşünce benim de hatırıma gelmişti. Fakat o düşünce beni davamı açığa vurmaktan men edemedi: men edemedi. Ben yayınlanacak davamı her yönüyle tahkik ettim. Sonra ilmi "Şura Dergisi" aracılığıyla halka sundum.

Gaybın dili Hoca Hafız Şirazi'nin belagatiyle söylediği:

Hikmetli beytiyle hareket etmiştim. Sonunda Rıza Efendi Hazretleri'nin aydınlatıcı kalemiyle yazılan "İmam Gazali" risalesindeki edebi yiğitliğe ait o fevkalade değerli sözlere, büyülenmişçesine yönelerek, bin kez etüd edip ezberledim de gönlümde en tatlı bir memnuniyet, ağır başlı bir cesaret oluştu. Söylenebilecek sözler ile söylenemeyecek sözler arasında ayırım yapabilecek yeterlilikte bir zeka, akla karayı ayırdedecek kadar anlayış, Allah'ın lütfuyla, bende de vardı.

Bazı konuları halktan gizleme felsefesine baktım. Gördüm ki:

Bizim İslam Hukukunda dini sırlar yoktur. Dini bir hakikati ya da ilmi bir meseleyi halktan gizlemek işi de şerefli hukukumuzda yoktur. Hakikatin gizlenmesinde bir fayda, bilinmesinde bir zarar siyaset dünyasında olabilir ise de, saf ve sadece ilmi meselelerde hiçbir zaman bunun bir faydası olamaz. Geçmiş dinlerin rahipleri, kahinleri, dinde "esrar" fikrini kullanıp, kendi çıkarlarına yarayan "gizlilik"den faydalanmışlarsa da, İslamiyet böyle (dini) "esrar" ve "gizlilik" felsefesinden faydalanmak gibi siyasetlerden tamamen temizdir. (...)

Kahinlerin "esrar"larında gizlilik felsefeleri eski zamanlarda kendi çıkarlarına hizmet etmiştir. Fakat ilmi meselelerin gizlilikleri hiçbir millete hiçbir zaman bir paralık yarar sağlamamıştır. "Ben tahammül ederim, fakat aman gizle, avam buna tahammül edemez; sabret, vakti gelir söylersin!" felsefesi kendilerine çok büyük değer verip insanları "avam" diye aşağılayan kendini beğenmiş "hakim"lere yakışabilir bir kibir felsefesidir. Böyle anlamsız felsefelerden "dem" vurup filozofluk satmak, ya da tedbirle hareket etmek hayaliyle, "İslam'ın inanışları ancak böyle tedbirli davranarak korunabilecek, derecede zayıftır." davasına ben hiçbir zaman cesaret edemem. İslamiyet'in senin-benim gibilerin hücumlarıyla İslamiyet'in bir direği veya bir dalı hiçbir zaman kalkmamıştır.

Bir zamanlar bizim hukukçular, hukuk kitaplarında İslam Şeriatı'nın adına nispet etmekten utanmayıp, "Avamdan gizlenmesi gereken meseleleri yaz. Bu mesele öğrenilir, fakat onunla fetva verilmez" demişlerse de, bu davranışları bizim gözümüzde terbiyesizcedir. Çünkü fesada götüren bir şeyi avamdan gizlemek gerekirse, fesad çıkarıcı bir meseleyi mukaddes Şeriat'ın adına nispet etmek utanmak daha çok gerekecektir.

Dinde genel olarak, İslam'da özellikle "sır" ve gizlenecek inanış olmaması, hakikatin en büyük ve birinci şartıdır. İlmi mesele leri var-yok hayallerle insanlardan gizlemek, bence, en faydasız tedbirdir. Bizim bilinmeyen boyutların dili Hoca Hafız-ı Şirazi Hazretleri der ki:

(Yani, dini anlamak hakkında Türk, Arab, bütün insanlar beraberdir. İlmi meseleleri nasıl söylersen söyle, hiçbir şeyin bilinmesi hiçbir insana zarar vermez.)

Bir zaman geldi, İslam Alimleri, Hıristiyan papazlarını ya da eski dinlerin rahiplerini taklid edip, güya yalnız kendilerince bilinmesi caiz meseleleri "avam" diye aşağıladıkları insanlardan gizleme yoluna girer oldular.

O saygıdeğer zatlar kendi davranışlarına bir isabet rengi vermek için Sufi büyüklerinden nakledilen:

Yüce beyitlerine güya uygun hareket ediyor göründüler.

Büyük manası olan bu beyit bizim zararımıza delil olmuyor. Çünkü sufilerin büyüklerine , bize malum olmayan "keşf" yoluyla kendince bilinmeyen ilimler elde edilirmiş. Biz o "keşf"i de o ilimleri de inkar etmiyoruz. Sufiler de bize o ilimlerden haber vermiyorlar. Verecek olurlarsa da inanmak mecburiyetim yoktur. Öyle işleri açıklamak için Sufilerde dil yok. Kabulüne bizce bir mecburiyet yok. Bu yüzden o tür keşifler konusunda sufilerin dilleri bağlanmıştır.

Fakat aklın bakışıyla, tabiat divanının yahut Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle bilinebilecek şeyleri "sır" gibi saklamak, ortaya çıkması durumunda fesad çıkması ihtimali hayaliyle gizlilik konusu yapmak, hiçbir zaman makul bir tedbir olamaz. Şayet avam diye hor görülen insanlardan böyle şeyleri saklamak, İslam'ı korumak zannıyla olursa, o zanlar İslam'ın şerefine karşı çok büyük cinayet olup, meşhur Rus misalindeki "aya hizmet" gibi bir hizmet olur.

Böyle düşüncelerin gönlümdeki derinliğiyle, önceleri birkaç küçük meseleyi, şimdi ise önemi olan büyük bir meseleyi yayın dünyasına sundum. Bundan sonra da -inşaallah- pervasızca, daha hukuki meseleler, hüküm metodolojisi esaslarına da sıra gelir. Benim tarafımdan sunulmuş meseleleri ilmi şekilde çürütecek ya da destekleyecek insan bulunursa şükrederim. Fakat sadece "sus! Fitne koparma! insanlara kabullerine akıllarına göre sözler söyle!" diyecek insanların sözlerine bu defa önem vermediğim gibi bundan sonra da önem vermem.

Ben elimde delilleri toplanmamış büyük ya da küçük hiçbir meseleyi ortaya atmam. Önce delillerimi, senetlerimi hazırlarım. Tamamen tatmin olduktan sonra meseleyi ortaya atarım. Öyleyse hücum edenlerin herbirine itibar etmekten kendimi yukarıda tutarsam, elbette mazur sayılırım.

Önemli bir ilmi meseleyi sırf Kur'an-ı Kerim'in harikulade üslubuyla ispat edebilecek kadar hazırlığı elde etmişsem, elbette Kur'an-ı Kerim'in büyüklüğüne uygun bir edebi yiğitlik, gönlümde tabii şekilde hasıl oluşur. O zaman ben sadece "fitneyi bastırmak" için uzaktan söylenen sözlerin hiçbirine kulak asmazsam günahkar olmam. Fakat milletin büyüklerinden biri el çırparak uzaktan "Yavaş!" derse, elbette edepli olmanın gereği ayağı kalkıp özrümü sunmaya ihtiyaç duyarım.

Böyle edeplendirmelerin biri 25 Aralık tarihli "Tercüman Gazetesi"nin 52.sayısında bize ulaştı. 25 yıl bize ve milletimize rehberlik eden, milletin büyük babası saygıdeğer Üstad Gaspıralı İsmail Beyefendi bize de "İlahi Rahmet'in Kapsayıcılığı" gibi bir meselede rehberlik edip, "Derslerinde Muhterem Hakim Ahmed Mithat Efendi Hazretlerinin Dinler Tarihi derslerini rehber yap. Faydalı ve etkili bir hizmette bulunmuş olursun. Ruslar bir ara akıllarda emniyet bulamayıp "akıldan bela" sözünü çıkarmışlardı. Akıl çokluğundan bizim bir şikayete hakkımız yoktur. Fakat filozoflar o kadar çoğaldı ki "felsefeden bela" sözüne hakkımız vardır şimdi" demiştir.

Güzel nasihat! Elbette büyük babanın nasihati de büyük olur. Fakat nasihat ederken, değerli "Tercüman"ın 25 yıl önceki haline bir bakmış olsalardı, nasihat daha güzel çıkardı. 25 yıl önceki imlası, inşası olmayan Tercüman bugün gazetelerimizin en güzelidir. O zaman dili olmayan İsmail Gaspranski Bey dört beş yıl sonra "Frengistan Mektupları" gibi son derece tatlı ve edebi eserler yazmaya başladı. Ve bugün milletin en büyük rehberi İsmail Bey oldu.

Bugün milletimizin en büyük babası olmak şerefine kavuşan İsmail Beyefendi'nin imlası, inşası olmayan günlerinde büyüklerimizin hiçbiri, hakları olmuşsa da, "Yazar belası" sözünü çıkarmadılar. İsmail Beyefendi zariflik yüzünden bugün "felsefe belası" sözünü çıkarırsa kendileri bilir. Fakat "akıldan bela" sözünün Ruslardan alıp söylerse, daha çok isabet etmiş olurlardı. Çünkü 904'ten beri ortaya çıkan hareketlerde milletimiz akıllardan aman bulamayıp, daha henüz "akıl belasından" şikayet ediyor. Bizim genel durumumuza bütünüyle bir duraklama gelmiş ise "felsefe belası"ndan değil, "akıl belası"ndan gelmiştir. Bu gerçeği İsmail Beyefendi gayet güzel anlar. Biz de hareketlerin herbirini gözlemledik, derneklerin gurupların herbirinde hazırdık. Ağzımızdan bir söz çıkmadı, kulağımızdan hiçbir adamın önemli sözü kurtulmadı. Böylece herbir sözü kavramıştık. Durumların ayrıntıları, bize de tamamen malumdur.

Saygıdeğer İsmail Beyefendi Müteveffa profesör Solovief Efendi'nin eseriyle Dar ul Fünun derslerine yöneltmiştir. Güzel fakat son derece güçlü kalemiyle bizim hakkımızı yıkmamış olsalardı, bizim için daha güzel olurdu. 25 yıl bize rehberlik eden büyük edebiyatçı niçin bugün bizim fikirlerimize çok dar sınırlar tayin ediyor?

Bundan sonra -inşaallah- yazılacak dinler tarihi derslerinde, Dar ul-Fünun derslerinden aktarmalarda mı bulunuruz ya da başka bir yolla mı hareket ederiz, yakında anlaşılır.

Biz saygıdeğer İsmail Gaspranski Beyefendiyi gelecekteki davranışlarımız için örnek ediniriz. Milletimizin bir büyüğü olarak 25 yıldan fazla süredir sebatı ve gayretiyle bize çok büyük dersler verdi. Böyle şeyleri anlarız. Bundan sonra tenezzül buyurarak bizi aydınlatırlarken, hukukumuzu da yıkmazlarsa faydalı olur.

Ben, bu makalemde ortaya attığım meseleye önem rengi "mühim" namını verdim. Tekrar böyle sözler söylemeye cesaret etmek ihtimalini vermezdim. Fakat değerli "Vakit" in 558.sayısında "Medenilik İmtihan Ediliyor" makalesinde saygıdeğer edebiyatçı Burhan Şeref Efendi Hazretleri tarafından yazılan fikirler ve Üstad muhterem Rıza Efendi hazretlerinin kalemiyle yazılıp bugünlerde yayınlanan "İlahi Rahmet" risalesi bana hem can, hem de güç verdi. Teşekkür edip, iddiamı ispata devam etmeye azmettim.

Musa Bigiyef


Önceki_______İçindekiler_______Sonraki