Önceki_______İçindekiler_______Sonraki

Dördüncü Bölüm
Karşıma Çıkan Engeller

"Sonsuzluk yönünde kapsayıcı kurtuluş" meselesinin "Şura" sayfalarında yayınlanması münasebetiyle dostlarım hayırhahlık yolunda söze veya mektupla bana:

"Vakitsiz ve yersiz bir şekilde, faydasız bir meseleyi çıkartıp fitne kopardın. Dindar İmam efendileri de boş yere zahmete soktun. Seni tekfir ederler. Sonunda medreseden de uzaklaştırırlar. Biraz siyaset yapman, biraz taktikle hareket etmen gerekirdi. Gelecek yıl, medrese vakfiyesinde kendin için bir teminat hazırlamak amacıyla hareket etseydin, daha güzel olurdu" şeklinde sözler söylediler, yazdılar.

Nasihatler için dostlarıma elbette teşekkür ederim. Fakat ben hiçbir zaman fikir özgürlüğümü insanların hatırı için ya da yıllık maaşım için feda edemem. Bir hakikat, delilleriyle gönlümde derinleşirse, insanlar buna tahammül edemez diye o hakikati gözlemek rezaletine tenezzül edemem.

Rakibim, bu konudan yüz çevir diye beni eleştirdi.
Başımıza ne geldi ki, yerin kapısında o topraktan da değersiz.
Hafız gibi kanaata çabala ve aşağılık dünyayı bir yana bırak.
İki yüz batman altın etmez, alçakların bir nebzecik mihneti.

Fikir hürriyetine giden yolları bağlamak için yapılan hareketlere ve her meseleyi, kendi inançları ve düşünceleri ile sınırlamak için gösterilen gayretlere değer vermeyip, kendi iddiamı ispat konusunda sebat ederim.

Biliyorum ki, benim iddiam ispat edilirse, İslamiyet'in çehresi güzel olacak. Bütün dinler arasında İslamiyet'in değeri, yüceliği, daha bir artacak. "Kurtuluş yalnız banadır!" gibi gururlanış üzerine tesis edilmiş inançlardan İslamiyet'in inancı temizlenecek, İslamiyet'in hakikati , Cehennem'den korkutma yoluyla değil, Kur'an-ı Kerim'de İlahi ifadelerle bildirilmiş delillerle isbat edilecek...

Dinler Tarihinde Avrupalı ilim adamlarının kalemiyle yazılmış büyük-küçük kitapların bazılarını etüd etmiştim. O büyük profesörlerin, uzmanların yöntemleri, kendi dinlerinden başka dinlere bakış açıları bana biraz garip görünmüştü. Özellikle Yahudiliği, İslamiyet'i, Budistliği açıklarlarken, profesörlerin kalemiyle yazılanlar, bu üç dinin öğretilerini biraz bilen herkesi üzecek kadar gerçeklikten uzaktı. İslam Tarihini yazarlarken, Hıristiyan alimleri tarafından İslam Peygamberi -aleyhi-s selam- aleyhine söylenen sözleri burada zikretmeye gerek yok.

Profesörleri reddetmek cesaretiyle değil, sadece hakikati tahrifsiz ortaya koymak niyetiyle, İslam hakkında bir şey yazıp bu saldırılarını uzaklaştırmak arzusundaydım. Mutlak Hakikatlere ve Kur'an-ı Kerim'de gelen yüce öğretilere dayanarak gücümün elverdiğince, Avrupalı ilim adamları tarafından söylenen sözlere karşılık vermeyi bir görev saydım.

Bu yıl Huseyniyye Medresesi'ndeki Dinler Tarihi bahislerini bu düşüncemi uygulamaya koymak için bir fırsat bildim. Diğer konuşmacılar gibi ya o, ya bu tarafa meyletmemek için, dinleri taassupsuz açıklamayı zorunlu saydım. Bu zorunlu sayışın lafta kalmaması için, her bir dini tasvip etme konusunda eskiden beri gönlümde derinleşen inancımı bir önsöz şeklinde sunmuştum da. Yine bu düşünceyle, "sonsuzluk yönünde İlahi Rahmet'in kapsayıcılığı" hakkında 'İslam alimlerinin yüce eserlerinde açıklanan meseleyi de ortaya koyup, bu meseleyi İnşaallah. Kur'an ayetleriyle ispat ederim.' Demiştim.

Bunlardan amacım, öğrencilere dinler tarihini taassupsuz bahsedip, karşılaştırma yöntemiyle, gençler İslamiyet'in üstünlüğü konusunda aydınlatmaktı.

Şu anki şartlar öğrencilerle uğraşmamıza müsaade eder mi etmez mi bilinmez; fakat yukarıda söylediğim maksadımı imkan el verdiğince izleyeceğim.

Beşinci Bölüm
İlahi Rahmetin Kuşatıcılığı Hakkında Delillerim I

Şimdi sıra İlahi Rahmet'in kapsayıcılığı meselesinde delillerimi ortaya koymaya geldi. Delillerimi birer birer açıklamadan önce "insanların cehennemde sonsuza dek kalacakları" düşüncesine kaynaklık eden ayet-i kerimeler hakkında fikrimi özetle sunmam gerekir. Çünkü sonsuzluk yönünde kurtuluşu yalnız kendileriyle sınırlandıran kelam mezhepleri ve benim iddiamın Kur'an-ı Kerim'e kesinlikle aykırı olduğunu söyleyen mollalar, sadece o ayet-i kerimelere dayanıyorlar.

Kur'an-ı Kerim'de azab ayetleri "Azabıma dilediğim kimseyi uğratırım, Rahmetim herşeyi kaplamıştır" gibi çoğunlukla istekle kayıtlanmıştır. el-A'raf Suresi'nin 156.ayet-i kerimesinde Tevrat sahibi saygıdeğer Peygamber Musa'ya hitaben Alemlerin Rabbi Allah Hazretleri "Azabıma dilediğim kimseyi uğratırım, Rahmetim herşeyi kaplamıştır." (7:156) buyurmuştur. Burada eğer azab olacak ise, isteğe bağlı olarak olacağı ifade edilip, sonuçta Rahmet'in bütün insanları, yalnız insanları değil belki bütün herşeyi kapsayacağı, çok açık bir İlahi sesleniş ile bildirilmiştir.

Azabın kendisi isteğe bağlı olursa, elbette azapta sonsuza dek kalmak, azabın sonsuzluğu da, isteğe bağlı olarak kayıtlanmış olur.

el-En'am Suresi'nin 128. Ayet-i kerimesinde "Allah hepsini toplayacağı gün, "Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız" der. İnsanlardan onlara uymuş olanlar "Bir kısmımız, diğerlerimizden faydalandı ve sonunda bize tayin ettiğin sürenin sonuna geldik" derler. 'Cehennem, Allah'ın dilemesine bağlı olarak , temelli kalacağınızdır' der. Doğrusu Rabbin hakimdir, bilendir." (6:128) şeklinde istisnalar, Kur'an-ı Kerim'in çeşitli ayetlerinde varid olmuştur.

Hud Suresi'nin 106-107. Ayet-i kerimelerinde "Bedbaht olanlar cehennemdedirler. Onlar orada ah edip inlerler. Rabbinin dilemesi bir yana gökler ve yer durdukça, orada temelli kalacaklardır. Rabbin, şüphesiz her istediğini yapar." (11:106-107) ebedilik hem istisna (meşiyet) hem de göklerin ve yerin devam ettiği müddetle kayıtlanmıştır. Fakat, "Yerin başka bir yerle, göklerin de başka göklerle değiştirildiği, her şeye üstün gelen tek Allah'ın huzuruna çıktıkları günde, sakın Allah'ın peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma; doğrusu Allah güçlüdür, öc alandır." (14:48) ayet-i kerimesinde bu gökler ve yerin birgün yok olacakları haber verilmiştir. Bu ayet-i kerimede ebedilik mukayyed ise, biz de usulcülerin "hadiselerin sebebi olan bir mutlak, mukayyed hamlolunur" kaidesiyle amel edip, mutlak zikredilen ebedilikleri "Rabbinin dilemesi bir yana gökler ve yer durdukça," kaydıyla takyid edebiliriz.

Azabın kendisi de, azabın ebediliği de meşiyyet ile kayıtlanmış ise, Kur'an-ı Kerim'de zikrolunan ebedilik ya istisna veya sonu olan bir müddet ile kayıtlanmış ise, işte bizim davamızın ispatına çok geniş bir meydan hazırlandı demektir.

Üçüncü bölümde küfr için cezalandırma(ikab) meselesini biraz tenkit etmiştik. Şimdi burada azabın da ebediliğinin de meş'iyet veya bir müddet ile takyid edildiğini isbat etmiş gibi olduk. Bizim Eşariler ve Maturidiler buna kanaat etmezler ise, onları kabul etmeye mecbur edecek şekilde iki ayet daha var:

Nisa Suresi'nde mirasta feraizi açıkladıktan sonra 13. Ayet-i kerimede alemlerin Rabbi Allah Hazretleri: "Bunlar Allah'ın yasalarıdır. Allah'a ve Peygambere kim itaat ederse onu içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Kim Allah'a ve Peygamberine baş kaldırır ve yasalarını aşarsa, onu, temelli kalacağı cehenneme sokar. Alçaltıcı azap onadır." (4:13-14) buyurmuştur.

Nisa suresi 93. Ayet-i kerimede alemlerin Rabbi Allah hazretleri: "Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır." (4:93) buyurmuştur.

Bu ayet-i kerimelerin ifadelerine göre, bir mümini haksız olarak öldüren kişi ve mirasta Allah tarafından takdir edilen paya tecavüz eden kişi cehennemde ebedi kalacaktır. Fakat bizim Eşariler ve Maturidiler bu iki hükmü kabul etmiyorlar. Kendi mezheplerini korumak hayaliyle bu iki ayeti tevil, daha doğrusu, tahrif ediyorlar. Buyursunlar, görelim tevil etsinler! Biz de Eşarilerin hatırı için, küfr hakkında varid olan ebediliği de böyle teviller ile tevil ederiz. Kendi mezhepleri için caiz gördükleri tevillerini Eşariler ve Maturidiler her halde kerem edip bize de ihsan ederler. Şayet tevilleri kendilerine yarayacak derecede aziz olup, bize ihsan olunmaz ise, o zaman biz kendimizin asıl yoluna girip, Kur'an-ı Kerim'i asla tevil etmemek tarafında memnuniyetle kalırız. İlahi Rahmet'in kapsayıcılığı meselesinde burhanlarımı birer birer sunayım:

1.Burhan:

"Bu dünyada ve ahırette bizim için güzel olanı yaz; biz Sana yöneldik" dedi. Allah: "Azabıma dilediğim kimseyi uğratırım, rahmetim herşeyi kaplamıştır. Bunu Allah'a karşı gelmekten sakınanları, zekat verenlere, ayetlerimize inananlara yazacağız" buyurdu. (7:156)

Bu ayet-i kerimede alemlerin Rabbi Allah hazretleri isterse azab edeceğinden haber veriyor. Bundan sonra "rahmetim herşeyi kaplamıştır" mübarek cümlesiyle bütün insanların belki bütün şeylerin geniş rahmette ebedi kalacaklarını beyan etmiştir . Azabı meşiyyet ile takyid edip de, rahmeti mutlak zikretmek, "şey" gibi en umumi bir tabir üzerine "küll" (her) gibi en kuşatıcı bir istiğrak harfi eklemek; ebediyet yönünde her bir insanın zaruri olarak mutlak İlahi Rahmet'te bekasına elbette çok açık tarzda delalet eder.

Bu ayet-i kerimede hiçbir insan "ebediyet yönünde İlahi rahmet'te ebedi olarak kalmak"dan istisna edilmemiştir. Fakat bizim kelamcılar, bizim Rusya imamları "Azabıma dilediğim kimseyi uğratırım, rahmetim herşeyi kaplamıştır. Bunu Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, zekat verenlere, ayetlerimize inananlara yazacağız" mu'ciz cümlesine yapışıp, İlahi Rahmet'i ebediyet yönünde kurtuluşu yalnız müminlere hasretmek darlığına kapılmışlardır.

Bu ayet-i kerimede, "Bunu...yapacağız" mu'ciz cümlesiyle hasr iddiasında bulunmak meselesinde kelamcılar çok açık surette birkaç ilmi hataya ya kasıtlı veya cehaletle düştüler. Mantık yahud usul-u fikh kaidelerine biraz aşina olan her insan o hataları biraz düşünmekle bilir:

a. İlk hataları : Umumun hükmüne uygun diğer bir hükümle umumu tahsis etmek meselesidir. Mantık ve usul kitaplarının açıklamalarına göre, bir hükmü diğer hükümle tahsis etmek için, hükümler arasında bir çelişki olması gerekir. Hass'ın hükmü umumun hükmüne uygun olur ise, o zaman umumun hükmü tahsis olunmaz, (insan yürür) hükmüyle (canlılar yürür) hükmü hiçbir zaman tahsis olunamaz. (Hüre karşı hür) yüce cümlesiyle (cana karşı can) genel ifadesindeki umumluk asla batıl olmaz.

"Rahmetim herşeyi kuşatmıştır" umumi cümlesiyle "Bunu sakınanlar...yazacağız" hususi cümlesi bir diğerine uygun iki hükümdür. Öncekinde olan umumluğu ikincide olan hususlukla tahsis etmek lugattan de, ilmin kaidelerinden de anlamamak demektir. Böyle hatalar kelamcıların kendilerine aid meselelerde kabul edilebilirse de , insanlık aleminin bütününe ve merhametlilerin en merhametlisi alemlerin Rabbi Allah hazretlerinin katılaşması mümkün olmayan sonsuz İlahi Rahmet'ine aid meselelerde asla kabul edilemez.

Kelamcılar, hitapta şiddetimizi herhalde bağışlarlar. Çünkü "bütün insanlık alemini müebbet surette ateşte yakmak" gibi katılıklara tarafımızdan gösterilen bu şiddet aşarı duygusallıktan irademiz dışında yapılan bir davranıştır. Mecburiyet hükmüyle meydana gelen hareketleri, İslam Şeriatı affeder.

b. İkinci hataları : "Takyid edilenlere rahmet etmek" ile "rahmeti takyid etmek" gibi bir birinden tamamen başka şeyleri fark etmemeleridir. "Bunu sakınanlara....yazacağız" İlahi cümlesi takyid edilenler, yani müminlere vacip olarak rahmet etmeyi kesinlikle ifade eder ise de, hiç bir şekilde İlahi Rahmet'in sınırlandırılmasına kesinlikle delalet etmiyor. İttika edenlere, zekat verenlere, müminlere vacip olarak Allah rahmet eder, bunda şüphe yok. Fakat "Rahmetim herşeyi kuşatmıştır" gibi tahsis edilmesi mümkün olmayan muhkem nass var iken, "başkalarına rahmet etmez" sözü nereden çıkıyor. Niçin bizim kelamcılar böyle açık şeyleri anlamıyor? Ben bu "niçin"i Arab Edebiyatı'nda biraz açıklamıştım.

Davamıza birinci burhan olmak üzere biz bu ayet-i kerimeyi tefsir ettik. Çünkü kelamcılar, ebediyyet aleminde İlahi Rahmet'in yalnız kendileriyle sınırlı kalacağını isbat makamında bu ayet-i kerimeye sarılıyorlar. Açıklamalarımızdan kelamcıların delil getirmelerindeki hataları ve bu mu'ciz ayetin Davamıza sarih olarak delaleti açık şekilde görüldü.

Şimdi bu mu'ciz ayetin beliğ ifadesinden faydalanmak için, bu mu'ciz ayetin İlahi hitabına istifade kulağını verelim:

"Rahmetim herşeyi kuşatmıştır" umumi cümlesi amel karşılığında değil, yalnız ihsan ve ikram yoluyla bütün insanlara bolca verilen mutlak İlahi Rahmet'in kapsayıcılığına delalet eder. Allah hazretlerinin rahmetinin çoğu bu türdendir: İnsanlara bolca verilen var olmak, sıhhat, hidayet, taat, nübüvvet, akıl gibi nimetlerin herbiri rahmetin ihsan ve ikramı feyziyle insanlara verilmiştir. Bu rahmetin ihsan ve ikramı insanların ve zamanların hiçbirine mahsus değildir. Dünyada her dakika bütün insanlara hesapsız şekilde bu rahmet bolca verildiği gibi, elbette ahırette de bu rahmetin ihsan ve ikramı herbir insana istisnasız bolca verilecektir. "Azabıma dilediğim kimseyi uğratırım" delaletiyle İlahi meşiyyetin gerçekleşmesi noktasında, bir müddet bazı insanlara azab edilecekse de, "Rahmetim herşeyi kuşatmıştır" delaletiyle sonuçta tüm insanların İlahi Rahmet'te ebedi kalması kesinlikle sabittir.

"Bunu Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, zekat verenlere, ayetlerimize inananlara yazacağız" hususi cümlesi; amel, yani ittika, zekat, iman karşılığında fazilet ve ihsan yoluyla yalnız müminlere hususi İlahi Rahmet'in yazıldığına delalet eder. Hususi Rahmetin yazılması el-En'am suresinin 54.ayet-i kerimesinden anlaşılmaktadır:

"Ayetlerimize inananlar sana gelince: 'Size selam olsun' de. Rabbiniz, sizden kim bilmeyerek fenalık işler de arkasından tövbe eder ve nefsini düzeltirse, ona rahmet etmeyi kendi üzerine almıştır. O, bağışlar ve merhamet eder" (6:54)

Bu birbirine hüküm itibari ile uygun mu'ciz iki cümlenin biri "Rahmetim herşeyi kuşatmıştır" kerim cümlesi, diğeri "Bunu Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, zekat verenlere, ayetlerimize inananlara yazacağız" keremli cümlesinin ifadesiyle iki tür rahmet sabit olur.

Biri amel karşılığında olmayıp yalnız merhametlilerin en merhametlisi alemlerin Rabbi Allah hazretlerinin ihsan ve ikramıyla istisnasız bütün insanlara, hem dünyada hem ahırette hesapsız esirgemeksizin verilen 'umumi rahmet'tir.

Diğeri ittika, zekat, iman gibi amel karşılığında bir ecir olması sıfatıyla Şari-i kerim Allah hazretleri tarafından vaadolunan yazılmış rahmet'tir.

İnsanlar umumi rahmete hakketmeksizin kavuşurlar; hususi rahmeti ise her bir insan yalnız gayretiyle, insan hayatının maslahatları ile ilgili hayır işleri yapmakla (hakk) kazanır.

Allah kuşatıcı rahmetiyle büyük varlık alemini yaratıp, bütün varlık alemini terbiye eder; yazılmış rahmetiyle bütün insanları yüce derecelere kavuşmaları için hayır yolunda yardımlaşmaya çağırır.

Allah sınırsız rahmet denizini açığa çıkarıp, baki kılmak için kapsayıcı rahmetini sınırlandırmaksızın bütün insanlara ebedi olarak esirgemeksizin vermiştir. Canlılar aleminde insanları tembel ve (başı) boş bırakmamak ve insanları bozgunculuk (fesad) yolundan engelleyip salah yoluna çağırmak için, hususi rahmetini yalnız amel edenlere, hayatın maslahatları yolunda çalışanlara, insanlara zarar vermekten kaçınıp kendinin olgunlaşması yolunda hareket edenlere tahsis etmiştir.

2. Burhan:

Ben şimdi alemlerin rabbi Allah hazretlerinin sınırsız kapsayıcı rahmetini açıklamam münasebetiyle bizim Rusya müslümanlarının gönüllerinde derinleşmiş, hem de ya darlık veya mağruriyet esasına bine edilmiş eski bir itikadın manasızlığını göstermeyi uygun ve yerinde gördüm:

Müslümanların çoğu "Bismillahirrahmanirrahim" mübarek ayet-i kerimesine mana verirken "Dünyada bütün insanlara, ahırette yalnız müminlere rahmet eden Allah adıyla..." derler.

Bu i'tikad, gayet keyfi, çok anlamsız, temeli çok zayıf bir tefsir üzerine bina edilmiştir. Güya "er-Rahman"ın yapısı "er-Rahim"in mana yapısından daha beliğmiş de; beliğlik de dünyada rahmetin umum kapsayıcılığı, ahırette rahmetin hususiliği ile olurmuş. Bu tefsirin esası, bizim görüşümüze göre gayet manalıdır. Çünkü kelimenin konuşuluşu (vazolunuşu) itibariyle daha beliğ olma kabul edilirse, o zaman er-Rahman'ın hem dünyada, hem ahırette bütün insanlara, er-Rahim'in ise yalnız dünyada (rahmet etmesi) uygun olurdu. Bundan dolayı, Rahman ve Rahim gibi mübalağa sigalarını tefsir ederken, ebediyet yönünde çoğu insanların müebbet surette Allah'ın rahmetinden mahrum olacaklarını söylemek, Allah'ın rahmetinde mübalağayı açıklamak değil, belki rahmetin en büyük kusurunu göstermek olur.

Biz de daha beliğ olma meselesinde meşhur görüşe muvafakat ederiz. Rahman kelimesinin yapısı Rahim kelimesinin yapısından daha beliğdir. Fakat "er-Rahman", kapsayıcı rahmetiyle bütün insanlara daima rahmet eden anlamındadır; "er-Rahim" ise hususi rahmetiyle yalnız amel edenlere rahmet eder manasınadır.

Bizim bu tefsirimiz İlahi Rahmet'te mübalağanın varlığını tamamiyle isbat eder. Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetleri de bizim tefsirimizi teyid eder:

Kur'an-ı Kerim'de kıyamet halleri açıklanırken, alemlerin Rabbi Allah hazretleri ayetlerin çoğunda "er-Rahman" ismiyle isimlenmiştir. Bununla "er-Rahman"ın dünyaya tahsisi, şüphesiz şekilde sabit olur.

Kur'an-ı Kerim'de rahmetin kapsayıcılığı, bütün eşyayı istinasız kuşatması açıklanırken, "Rahman Arş'a istiva etmiştir" (20:5) ayet-i kerimesinde "er-Rahman"ın zikredilmesi de bizim tefsirimizi güçlendirir. Çünkü arşın hakikati, müfessirlerin hiçbirince bilinmiyor ise de, hem dünyada hem ahırette bekası bütün mevcudattan büyük olup, sonsuza dek kalacak olan Yüce Arş'ı; Allah'ın kapsayıcı rahmeti kuşatmış ise, ahırette İlahi Rahmet'in umumi olması, istisnasız bütün insanlara esirgemeksizin verilmesi "Rahman Arş'a istiva etmiştir" (20:5) ayet-i kerimesiyle kesin olan şüphesiz şeklide sabit olur.

Benim "Rahman Arş'a istiva etmiştir" (20:5) ayet-i kerimesine ait açıklamamda, zannediyorum, yorum filan yoktur. Öyle ise bu ayet-i kerimeyi ben "İlahi Rahmetin Kapsayıcılığı" meselesinde ikinci delilim gibi gösterebilirim. Zannederim bu hakkımı, insaf sahibi herkes kabul eder. Çünkü, lugatın delaletine en yakın açıklamadır.

Şayet bu sözüm sabit olursa, burada ayrıca bir madde olarak anılabilecek başka bir ilmi fayda daha elde edilir: "Rahman Arş'a istiva etmiştir"(20:5) ayet-i kerimesi müteşabih olmaktan çıkıp, manası çok açık, muhkem bir ayet olur. Bu faydanın kıymeti takdir edilebilirse müfessirler ve usulcüler için zararsız bir faydadır.

Bence bundan farklı açıklamalar bu derece doğru olamaz. Çünkü "Allah Arş'a istiva etmiştir" cümlesiyle "Rahman Arş'a istiva etmiştir."(20:5) ayet-i kerimesi arasında anlam açısından elbette fark aramak gerekir. Sözü yerinde ve güzel kullanmanın gereği de budur. Niçin "Allah Arş'a istiva etmiştir" demeyip, "Rahman Arş'a istiva etmiştir" demiş? Bunu düşünmek gerekir.

Bizim açıklamamıza göre, ayet-i kerime, rahmetin varlık alemini kuşatmasına delil olup, müteşabih değildir. Ayet-i kerimeden anlaşılan istikrar "İşte Rablerinin yolunda olanlar bunlardır" (2:5) ayet-i kerimesindeki istikrar gibidir.

"Allah'ın beyanında ne örtü vardır, ne perde. Ancak, görebilmek için yolun tozunu yatıştırmalısın"

maksadın dışına çıkma sakıncası olmasaydı, açıklaması için çeşitli kitapların yazıldığı bu ayet-i kerime hakkında, biz burada kendi fikrimizi bir miktar daha açacaktık.

3. Burhan

Şimdi maksadımıza gelip, "İlahi Rahmet'in kapsayıcılığı" meselesinde üçüncü delilimizi söyleyelim.

"De ki: Ey kendilerine kötülük edip, aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Doğrusu Allah, günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir." (39:53)

İnsanların herbiri şüphesiz "ey kullarım" ifadesinin kapsamına girer.

"Göklerde ve yerde olanlar, Rahman'a boyun eğmiş kul olarak gelecektir" (19:93)

İsrafı (aşırı gitmeyi) da ayet-i kerime mutlak bırakıp "Ey kendilerine kötülük edip, aşırı giden" kapsamından hiçbir müsrifi (aşırı gideni) istisna etmemiştir.

Sonra Kur'an-ı Kerim, "Allah bütün günahları bağışlar" tekrar cümlesiyle "Allah herbir günahı elbette bağışlar" demiştir. Burada "ez-Zunube cemian" ifadesi, değiştirilmesi, istisnası mümkün olmayan bir açıklıkta, geçersizliği kabil olmayan bir kesinliktedir. Şüphesiz ki "ez-Zunube cemian" büyük günahları da, küfrü de kapsar. Hatta küfür öncelikle olarak "ez-Zunube cemian" ifadesi kapsamına girer. Fakat şu kadar var ki, Kur'an-ı Kerim "Rahman kimseye azap etmez" dememiş, aksine "Allah bütün günahları bağışlar" demiştir. Bağışlama (mağfiret)nın ise iki tür ihtimali vardır.

a. Hiç azab etmeyip, bağışlamak. b. Bir müddet azaptan sonra bağışlamak.

Buna göre de "Allah bütün günahları bağışlar" (39:53) ayet-i kerimesi "Allah kendisine ortak koşmayı bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar" (4:48) ayet-i kerimesiyle hiçbir şekilde çatışmıyor.

Çünkü "Allah Kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz" ayet-i kerimesi sadece azarlamaya kaynaklık edip, terbiye edişe kaynaklık etmiyor. "Allah bütün günahları bağışlar" ayet-i kerimesi bir müddet kadar azabtan sonra bağışlamanın gerçekleşeceğini kesin olarak gösterir.

Kelamcılar, şu iki ayet-i kerime arasında çelişki vardır, deseler de isabet etmemişlerdir. Faraza çelişmenin varlığı kabul edilse de "Allah bütün günahları bağışlar" ayet-i kerimesinin vaad (söz verme) olması yönüyle, vaid(tehdit) olan "Allah Kendisine ortak koşmayı bağışlamaz" ayeti kerimesine göre önceliği elbette gereklidir. Çünkü affetmek, bağışlamak Allah'ın lütufkarlığına, hikmetine, çok daha uygundur.

Ayet-i kerimenin sonunda gelen yüce "O, Gafur ve Rahim'dir" (39:53) cümlesi de hem buna delil olur, hem de bunu destekleyerek doğrular. Çünkü "Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Doğrusu Allah, günahların hepsini bağışlar" cümlesinin "Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir" cümlesi ile kesin olarak te'kidi, ne olursa olsun mağfiretin gerçekleşmeyeceğini ifade ediyorsa, bir kez rahmeti koyduktan sonra, bir de bağışlayıcılığı koymakta bir mana kalmazdı.

Bununla üç delilimiz tamamlandı. Bunlardan bir derece aşağı deliller üzerine kelamcılar büyük mezhebler kurarlar. Bizim şu üç delilimizden daha güçlü delillerimiz varsa da, biz bir mezhep kurmak hayalinde değiliz.

Ben ve kitabı inkar! Bu nasıl hikayedir?
Galiba bu kadar da akıl ve kifayetim vardır.
Zahid, benim iddiamı kabul etmezse mazurdur.
Aşk-ı ilim, hidayete bağlı bir iştir.
 

İlmi bir meselenin aleyhinde veya lehinde yazarsam, yalnız Kur'an-ı Kerim'in ayetlerine, ya da yaradılmışların Efendisi İslam Peygamberi, kanun koyucu -aleyh is-salatu v-es-selam Hazretleri'nin sabit hadislerine dayanırım. Büyük alimlere herkesten çok saygı duyuyorsam da, ilmi bir meseleyi açıklarken o büyüklerin sözlerine, senet olma sıfatı veremem.

Niçin?

Çünkü Kur'an-ı Kerim, imamlarımızın elinde de, talebelerimizin elinde de kalmadı. Kur'an-ı Kerim'i veya Peygamberin hadislerini hayata getirmek için inanca dair konularda yazarken, kelam kitaplarının; fıkhi konulardan bahsederken, Cami ur-Rumuz, Bezzaziye, İbn Abidin gibi kitapların, bizim gözümüzde delil olmak sıfatıyla bir paralık önemi yoktur.

"Kendilerine okunan bir Kitab'ı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan topluluk için rahmet ve ibret vardır" (29:51)

Zahirci zahid, bizim halimizi bilmez.
Hakkımızda her söylediğinde hiç ikraha yer yok.

 


Önceki_______İçindekiler_______Sonraki