Önceki_______İçindekiler_______Sonraki

İkinci Bölüm
İlahi Rahmet'in Kapsayıcılığı Hakkındaki İnancım

"İlahi Rahmet'in Kapsayıcılığı" nazariyesi mutluluk yönünde sürekli olarak ilerlemek için yaradılmış insanlık aleminin, gelecekteki hayatına temel olabilecek en öncelikli bir gerçek olduğu için, İslam'ın ruhuna en uygun olan bu nazariye eskiden beri ilgi ve dikkatimi çekmiştir.

Alemlerin Rabbi Hz. Allah tarafından, yeryüzünde O'nun halifesi olmak yüce sıfatıyla şereflendirilmiş insanların, sonsuzluk yönünde ve sonsuz olarak rahmetten kovulmuşlukları, merhamet edenlerin en merhametlisi olan Hz. Allah'ın sonsuz rahmetine, mutlak hakim Hz. Allah'ın sınırsız hikmetine benim fikrimce o kadar uygun gelmiyor.

Sonsuzluk yönünde sonsuz zamanlara oranla bir saniyelik durgunluk olan hayatında sırf rahat yüzü görmeyen insanoğullarının çoğu, gelecekte ebediyyen rahmetten kovulacaksa, öyle zavallı insanları yaratmaktan, merhamet edenlerin en merhametlisi olan, alemlerin Rabbi Hz. Allah'ın maksadı neydi? İnsanların çoğunu ebediyyen azaplandıracaksa, o zaman Allah-u Teala hazretlerinin İlahi Rahmeti, İlahi Gazabı'na nisbetle yok hükmünde olmuyor mu?

İşte böyle "şüphe"lerin tesiriyle İlahi Rahmet'in kapsayıcılığı kalbimde derinlik kazanmaya başlamıştı. Fakat bu büyük meseleyi ilmi şekilde hemen halletmeye gücüm yetmedi. Gönlümde kökleşen bu muamma sürekli beni rahatsız eder oldu. İlmi nazariyeler arasında bence ispatı en önemli olan, "İlahi Rahmet'in Kapsayıcılığı" nazariyesi olarak kaldı.

Sonsuz boyutlardan bahsederken matematikçiler, o sonsuz boyutlarla kıyaslanamayacak derecede geniş olan İlahi Rahmet'ten bahsetmiş olsaydılar, elbette İlahi Rahmet'in kapsayıcılığı da bugüne kadar kesinlikle ispatlanmış bir gerçek olurdu.

Fakat bütün çabalarını sonsuz boyutlardan bahsetmeye sarfeden matematikçiler, sonsuzlarla kıyaslanamayacak kadar geniş olan İlahi Rahmet'ten bahsetmeye nedense zaman bulamamışlar.

Böyle önemli ve temel bir meseleden bahsetmek şerefi (havsalaları dar, ellerindeki ölçüleri kısa olan) kelamcılara kalmış!

Tabii buna göre çaresiz ben de, böyle büyük, temel bir meseleyi, son derece de güç olan muammayı halletmek düşüncesiyle kelam kitaplarına yöneldim.

Hiçbir insana, hiçbir konuda, hiçbir zaman yeteri kadar malumat vermeyen kelam kitapları, bana da bu mesele hakkında dosdoğru bir fikir vermekten aciz kaldı. Belki aksine benim "şüphe"lerimi artırdı.

Bizim kelam kitapları, hakikatleri ispat etmekten aciz ise de, hakikatlerin aleyhindeki itirazları ve şüpheleri çok güçlü bir şekilde ortaya koymayı iyi becerirler.

Kelam kitaplarında zikredilmiş itirazların birini, şu son iddiama bir misal olması, bir tanıkla iddialarımı ispat için burada naklediyorum:

"Allah insanları bağışlamaya teşvik etti ve bunu üstün ahlak saydı. Bağışlamanın kötülük işleyeni, yaptığına karşılık cezalandırmaktan daha üstün olduğunu açıkladı. Bu durumda Allah'ın bizzat kendisi, bu nitelemeye en layık olandır. Çünkü O, ikramı geniş, çok cömert ve iyilik severdir. O'nu cezalandırmaya zorlayacak hiçkimse yoktur. Öyleyse O, sınırlarını çiğneyerek kötülük işleyen kulunun günahlarından geçip onu bağışlamaya layıktır. O, çok ikram eden ve ikramının sonu gelmeyendir."

Hakk'ın cömertlik ve caniyi bağışlamakla vasıflandırılması, suçları cezalandırmakla vasıflandırılmasından daha uygundur. Sorumlu tutma ve cezalandırma bir karşılıktır. (Dolayısıyla) kötülüğü cezalandırmak bir fazilet değildir.

Yeryüzünde dirlik ve düzen, ancak cezalar uygulandığında sağlanır ve kamu zararı önlenir. Bunda da insanların faydası vardır. "Sizin için kısasta hayat vardır" (2/179) ayeti buna örnektir.

Ahırette suçlunun cezalandırılmaması ise, dünyada bağışlanması gibi değildir. Ahıretteki cezalandırmanın hikmetli bir yararı olmadığı gibi, Rahim ve Halim olan için, O'na yakışan bir intikam zevki de yoktur. "Bağışlama günahları sildiği için, azapla günahlar temizlenir" demenin de bir anlamı yoktur. Azabı temizleyici kabul etsek bile, onun ebediliği buradan, çıkarılamaz."

Bu anlamdaki itirazları kelamcılar, kelam kitaplarında çok açık ve son derece cesurca ortaya koymuşlar. İhya-i Ulum sahibi İmam Gazali de bu itirazı "el-İktisad fi'l-İ'tikad" isimli kitabında zikretmiştir.

En şiddetli, en ma'kul itirazları, büyük bir cesaretle zikreden kelamcılar, nedense cevap vermek konusunda o kadar cesur ve çoşkulu davranamıyorlar. Akli olarak söylenmiş itirazlara elbette en azından güvenilir bir akli cevap vermek gerekiyorsa da, itiraz konusunda aklı seçen kelamcılar, cevap konusunda aklı ihmal edip, şer'i nasslardan kendi akıllarına nasib olabilmiş yollar da itirazlara karşılık verirler.

Böylece, öteden beri gönlümde derinleşen şüpheler kelam kitaplarıyla giderilemedi, aksine güçlendi. Kelam kitaplarında kavradığım sözlerin hiçbiri bana kanaat veremedi. Sonuç olarak,

dedim de, gönlümde yerleşen şüphelere cevab bulmak için, başka bir yol seçtim. İnsan aklını, iki kapakları arasına hapsetmek kastıyla yazılan kitapları bir yana bırakıp, bütün ilimlerin aslı olan Kur'an-ı Kerim'e müracaat etmeyi tercih ettim.

Fakat bana Kur'an ayetlerini anlamak hakkında, kelamcılar, usulcüler tarafından yazılan tefsirlerden yardım istemek yeterli gelmedi. Ben, mutasavvıfların kalemiyle yazılmış kitapların yardımına sığındım: Celaleddin er-Rumi'nin Mesnevi'si, el-Kuşeyri'nin Risalesi, Muhyiddin-i Arabi'nin Fütuhat-ı Mekkiyye'si bana bu konuda çok büyük faydalar sağladı. Bu üç kitap gibi İslami eserlerin yardımıyla, gönlümde yerleşen "şüphe" düğümleri birer birer çözüldü. Kur'an ayetleri, biri diğerine muhalif olmayacak şekilde benim kalbim de derinleşti. Allah-u Teala Hazretleri'nin mutlak rahmetini güzel bir tahminle gözetlemem, insanlık aleminin sonsuzluk yönünde geleceğine esaslı şekilde çok büyük bir ümitle bakmam, gönlüme gayet büyük bir genişlik verdi. Genel olarak tüm insanların mutlak İlahi rahmette sonsuz kalacakları, kalbime değil darlık vermek, aksine bana çok büyük bir mutluluk verdi. Hiçbir dinde bulunmayan böylesine yüce bir görüşü İslamiyet'in yüce öğretilerinde görüp memnun oldum.

Celaleddin er-Rumi, Mesnevi-i Şerif'in birçok yerinde İlahi Rahmet'in kapsayacağına dair birçok beyit söylemiştir.

İstanbul'da açıklamasıyla beraber basılan Mesnevi-i Şerif'in beşinci cildinde Celaleddin er-Rumi Hazretleri der ki:

Bu manadaki beyitlerle Celaleddin er-Rumi her iki dünyada İlahi Rahmetin kapsayıcı olduğu görüşündedir.

Muhyiddin-i Arabi Fütuhat-ı Mekkiye'de çeşitli yerlerde "İlahi rahmet herşeyi kaplamıştır. Bu rahmet içinde olmayan hiçbir varlık yoktur. Rabbin mağfireti (bağışı) geniş olandır. Çünkü o, darlık kabul etmez. Allah'ın rahmetinin genişliği hakkında çekişen ve onu özel bir gruba tahsise kalkışan insanlar da vardır. Bunlar Allah'ın geniş rahmetini kısıtlayıp, daraltırlar. Eğer Allah yaratıklarından birine rahmet etmeyecek olsa, bu iddiayı öne süren kimseye rahmet etmezdi. Ancak Allah sınırlandırılmaktan beridir." Manasında olan cümleleri , delilleriyle ortaya koymuştur.

Muhyiddin -i Arabi ahırette azabın kesilmesine dair Şer'i delilleri de Fütuhat-ı Mekkiye'de çeşitli bölümlerde ortaya koyup, bu inancı Ebu Yezid Bestami, Cüneyd-i Bağdadi, Sehl b. Abdullah et-Tusteri gibi büyük zatlara şüpheye yer bırakmayan belgelerle dayandırmıştır.

Ben de "Onlar ne iyi arkadaştırlar" (4:69) diyerek şu üç kişi gibi büyük ilim adamlarının mezheplerini taklid ettim. O büyüklerin akıllarıyla anlatılan ayet-i kerimeleri gördüm de esaslı bir kanaate vardım.

Kur'an Kerim'de "Gökler neredeyse çatlayacak. Melekler ise, Rablerini överek tesbih eder ve yeryüzünde bulunanlar için O'ndan bağışlama dilerler. İyi bilin ki, Allah, şüphesiz bağışlayandır, merhamet edendir. " (42:5) ayet-i kerimesinde melekler yeryüzünde olan herbir insan için Bağışlayıcı ve Rahim olan Allah Teala Hazretlerinin azametli dergahında bağışlama dilemiş ise, ben de büyük meleklere uyup, sonsuzluk hayatında bütün insanlık aleminin kurtulacaklarına inanabilirim dedim.

Bu inanış kalbimde güçlendi. Neticede Hüseyniye Medresesi'nde "Dinler Tarihi" münasebetiyle bu inancımı basın dünyasına sunmak istedim ve görüşlerimi yayınladım.

Bakışları, kelam kitapları ciltlerindeki yanlışları çıkaramayan bir çok imam efendi "Şura" sahifelerinde o makalelerimi okur okumaz, makalelerim ve derslerim aleyhinde kıyamet koparttılar. İlimleriyle karşılık vermekten aciz o imam efendiler, dergilerinin sahifelerinde benim üzerime mümkün olan her yolla yürümek alçaklığından kendilerini alamadılar.

İlmin edebi gereği, üstelik "Onlar, ilmini kavramadıkları ve henüz yorumu (tevili) de kendilerine gelmemiş şeyi yalanladılar."(10:39) ayeti kerimesinin irşadiyle amel edip, tarafımdan vaad olunan Kur'ani delilleri beklemeleri gerekirken "ilmi kuvvet"leri o imamları engelledi. Muhterem imam efendiler, "Beleş" ve "Silsile" dergileri etrafında olanca kuvvetlerini sergilediler. Kafir saymak, medreseden kovmak, cana kıymak gibi şeylerin her biri imam efendilerin ağızlarına da, ellerine de geldi.

Zaten herkes bilir ki, böyle imam efendilerden başka şey de umulmazdı.

"Bizim imamlarımızda, ilmi bir meseleyi halledebilmek için gereken gayret vardır." İnancına hiç bir zaman sahip olmamışsam da "hiç olmazsa (yazının tamamını okumak için) iki hafta sabredecek kadar akılları vardır." hayalinde idim. Aralarında yazısı ve anlayışı doğru bir tek adam belki bulunur ümidini taşıyordum.

"İlahi Rahmet'in Kapsayıcılığı" hakkındaki benim inancımın aleyhine meclislerde, papazlarda itiraz edecek imam efendilere bir sözüm var:

İnsanlık aleminin geleceğine ait olan bu mesele şayet önemsiz ise, muhterem imam efendiler böyle boş meselelerle uğraşmasınlar.

gibi büyük bir alçaklıktan sakınmak için benim aleyhimde söylenen o sözleri ben yokken söylemesinler.

Belki bu meseleyi müzakere için bir "alimler meclisi" oluştursunlar da beni de oraya davet etsinler. Ben kendi iddiamı ispat için Kur'an-ı Kerim'den birçok ayetle ve hadis kitaplarından birçok hadis ortaya koyarım inşaallah.

Kur'an-ı Kerim'in hiçbir kelimesine yorum elini uzatmamak şartiyle , kelam kitaplarında anılan meseleleri Kur'an-ı Kerim'in delil oluşuna hakim kılmamam esasiyle mecliste konuşulur. Meclis yemek meclisi değil, kapsamlı ilmi bir meclis olur.

Gayretli imam efendiler ya benim şu sunduğumu kabul ederler, ya da meclislerde boş sözlerle aziz vücudlarını yormak zahmetinden kurtulurlar.

Bakalım bizim gayretli, diyanetli imam efendiler, benim şu sunduğumu nasıl telakki ederler. Nasıl olursa (olsun), bundan sonra:


Önceki_______İçindekiler_______Sonraki